Uzaydan bakıldığında küçük bir yıldızın parıltısına benzeyen dünyamıza yaklaştıkça, inanılmaz görüntüler içinde bir hareketliliğin olduğu görülür. Büyük patlamadan (“Big-bang”) milyarlarca yıl sonra günümüz bilim adamlarının evrendeki oluşum geleneğini bölümlere ayırdığı dönemlere bakıldığında, tartışmasız olarak ne kadar kaliteli bir plan doğrultusunda evrenin yaratılışı ortaya çıkmaktadır. Bu bölümler; 10.43 saniyedeki “Planck”dönemi, 10.39 saniyede “Birleşik alanlar” dönemi, 10.5 saniyede “Kuarks”dönemi, 0.01 saniye ile 1 milyon yıl arası “Atom oluşumu” dönemi, 1 milyon yıl ile 280 milyon yıl arası “karanlık” dönem, 280 milyon yıl ile 10 milyar yıl arasındaki “yapılaşma” dönemi, 10 miyar yıl ile 13.7 milyar yıl arasındaki” günümüz evreni” oluştuğunda insan düşüncesini donduran özelliklerin belirmesi düşünebilen canlının bu yıldız üzerindeki egemenliğini belirledi. Canlı yaşamın yaratılmasındaki en önemli gelişmenin insan olduğunu sanırım tümümüz kabul etmek zorunda oluyoruz. Evrenin yaratılmasıyla ilgili maddenin inanılmaz yapısı gereği gelişmesi ve genişlemesinden sonraki aniden patlamasıyla ilgili bilim adamlarını ortak bir noktada birleştiren belki de yüzlerce dönemden söz etmek mümkündür. Bu alanda yeni buluşlar peşinde koşan bilim adamları insanlık adına büyük bir maratonu başarmış gibi oldular. Tüm bu çalışmalar, insanlar tarafından yürütülüyor ve gelecekteki beklentilerinde daha kolay bir yaşam şeklini elde edebilmek amacıyla yeni tasarımlar için çabalar dururlar.
Albert Einstein’in “Görecelik”, Karl Scwarzschild “karadelikler”, Georges Lemaıtre ile George Gamow “Büyük Patlama”, Edwin Huble “Uzak galaksiler”, Fritz Zwicky ile Vera Rubin “karanlık dönem” Fred Hoyle ile Geoffrey Burbridge “Yıldız Oluşumu”, Arno Penzias ile Robert Wilson “Kozmik Işınma” “Stephen Hawking “Hawking Kuramı” Alan Guth “Enflasyon“ Saul Perlmutter ile Brian Schmidt “Karanlık Enerji” kuramlarının yaratıcıları olarak canlı yaşamdaki insanın gelecekteki yeni dönemine alışması için onları birer adım daha dünya ve evren üzerindeki egemenliklerine yaklaştırdılar. Bunlardan başka N. Kopernik“ kürelerin dönüşleri”, Johannes Kepler ”Yeni Astronomi”, Rene Deskartes “Dünya ve ışık üzerine incelemeler”, Galileo Galilei ”Ptolemaıos ve Kopernik sistemleri” üzerine konuşmaları, Isac Newton ”Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri”, Christian Huygens ”Işık üzerine incelemeler”, Jean Babtiste Lamarck ”Zooloji Felsefesi”, P.S de Laplace “Olasılıklar üstüne Analitik kuram”, S.Carnot ”Ateşin gücü ve makineler” üstüne düşünceler, Charles Darwin ”Türlerin Kökeni”, Gregor Mendel ”Melez bitkiler üzerine denemeler”, Lous de Broglıe ”Kısıtlı göreceliğin” keşfi ile “dalgasal mekanik”, W.Heisenberg “Kuantum Mekaniği”, Georges Henri Lemaitre ”Evrenin genleşmesi üzerine varsayım” E.P.Huble “Evrenin Genişlemesi” kuramı. Yakın tarihimizde ise “DNA”ve“RNA” üzerinde yaptıkları çalışmalarıyla F.H.C Crick, M.H.F. Wilkins ve J.D Watson Nobel Fizyoloji ve Tıp ödüllerini aldılar. Mitolojiler ve dinler üzerine araştırma yapan yazarlar; Lucıan Levy-Bruhl, Emile Durcheim, Rudolf Otto, Marcel Maues, Gerardus Vander, Jachim Wach, Georges Dumezil, Mircea Eliade ve Roger Collins adlı yazarlardı. Bunlar yeryüzü haritasında zirveyi paylaşmaya çalışanlardı. Ancak yüzlerce yazar ve bilim adamı evrenin yaşam tarzı ile ilgili çeşitli eserlerle bu gerçeği hipotezler şeklinde desteklemeye çalıştılar.
Vahşi yaşamda ilkel korunma
Tarihin ilk devinimlerinde, nereden geldiği ya da nasıl bir canlıdan evrimleştiği bilinmeyen insan, önceleri kendini korumak için en tehlikeli canlılardan hayvanları düşman ilan etmiş ve onlarla kıyasıya savaşmışlardır. Henüz kimliği doğrulanmamış insan, hayvanları birer tehlikeli canavar ve düşman yaratıklar olarak belirleyerek onlara karşı savunma yollarını aradılar. Onlardan saklanmak için ağaç kovuklarını kaya çatlaklarını, mağaraları kullanmayı öğrendiler. Daha çok kendilerini düşman olarak gördükleri bu hayvanlar karşısında korumak için taş parçalarından silahlar ürettiler… Yani ilk insanlar için ne fırtınalar ne depremler ve ne de sel baskınları önemliydi. Onlar için önemli olan tek şey, vahşi canlılar olarak gördükleri hayvanlara karşı nasıl korunacaklarıydı. Yaşam alanında en tehlikeli yaratıklar hayvanlardı. Vahşi hayvanlardan korunma ilkel insanı silah yapmaya zorladı. Hayvanlarla aralarındaki düşmanlık uzun sürmemiş. Gün geçtikçe düşünce alanındaki evrimleşme bu insanların çoğunlukla zor görünen iş dallarında daha rahat edebilmek için hayvanları esir alıp, köleleştirerek, güçlerinden faydalanmayı düşündükleri gibi beslenme deposu olarak da gördüler. Beraber yaşamaya bilmeden adım atma hayvanlarla insanlar arasında dilsiz bir dostluğun başlamasını yarattı. Zamanla hayvanlara karşı korkarak duydukları öfke bitmiş, onun yerine bu defa da birbirlerine karşı acımasız bir savaş hareketine girişmişlerdir. Çok değil yaklaşık 6 bin yıl önce hayvanlarla insanlar arasında ilginç bir barış politikası başlamış ve çoğu hayvan tanrısal derecelere yükseltilmiştir. Tarihsel belgeler Mu kıtası ile Atlantis kıtasında oluşan felaketlerden kurtulmayı başarmış bir gurup insanın Mısır topraklarına yerleşerek beraberinde getirdikleri hayvanlarına olan sevgileri yüzünden zamanla tanrılaştırarak onlar adına bile tapınma piramitleri (ehramlar) yaptırdılar. Mısır’ın dinsel mitolojisinde kedi ve köpeğe benzetilerek tapınılan tanrı ve tanrıçaların öykülerine ve çizdikleri insani ilişkiler akıllara durgunluk vermektedir. Bu tanrılardan Anubis ve tanrıça Bastet örnek olarak gösterilebilir. Eski uygarlıkların yaşam coğrafyasında insanlar “insan-hayvan” karışımı varlıklar üreterek mitolojik masallar hazırladılar. Tufan mitolojisinde Nuh’un da evcil hayvanlarının tümünü gemiye aldığı gibi vahşilikten kurtulamamış hayvanlara da kucak açtığı yazılır. İlginçtir ki bu yeni tanrılaşmayı bir zamanlar hayvanlara karşı acımasız davranan ve savaşlar ilan eden insanlar yarattı. İşte bugün bu insan çıkar uğruna hayvanlar dünyasından oklarını geri çevirerek kendilerine doğru yöneltmişlerdir. Bu yöneliş ne korku ne de geçimdi. Bu korku siyasal, sosyal alanlarda en yüksek noktayı almak için verilen bir savaştan öteye gidememiştir. Ekonomik yönden yapılan savaşlar ezenle ezileni karşı karşıya getirmiştir. Ezilen ezene karşı sopalarla savaşırken, ezen güç en modern silahlarla savunmaya geçmiştir. Tanrısal tapınmalar bile yerini siyasal, ekonomik ve sosyolojik kavramlara bırakmıştır. Tarihsel izlerde İnsanın canavarlaşan tiplemesi çok eskilerde yazılan mitolojilere “insan-hayvan” karışımı bir canlı olarak geçmiştir. Bu da olasılıklardan uzak bir gerçekle insan erkek ve dişilerinin hayvan erkek ve dişileriyle yeni bir döllenmenin olabileceğini açığa çıkarır. Belki de Darwin’in insanin evrimiyle ilgili ortaya koymak istediği geleneksel evrim şeklinde bu gerçek ilişki yatmaktaydı. Doğanın tablosunda hayvansal güçler yerini düşler dünyasını süsleyen canavarlara, devlere ve cinlere bırakmıştır.
Yoksa canlı yaşam da yeni bir evrimleşme mi var?
Büyük olasılıkla doğanın yasası gereği güçlülerin daha çok yaşama şanslarının olduğu gözler önüne serilir. Hayvanları bir zamanlar düşman ilan eden insanlar sosyal yaşam içindeki çıkarları uğruna hemcinsleri olan insanları da seçmiş oldukları tanrısal yüceliklerine karşı kurban olarak adamayı denediler. Uzun bir süre bu böyle devam etti. Bütün uygarlıklarda yaratılmış sentetik tanrılara insan kurban edilme geleneksel şölenlere dönüşmüştü. Eski çağ tarihlerinde kurban törenleri çok farklı şekillerle uygulamaya geçirilmiş, bazıları kurban edilecek insanın yüreğini canlıyken yerinden söktükten sonra vücudunu da ateşe atarak ayini gerçekleştirirlerdi. Bazı uygarlıklarda ise kurban edilen kişinin geride kalan cesedi yemek olarak bölüşülürdü. Kurban kanını Tanrılara şerbet olarak veren bir insanlık tarihinin gölgesinde bu güne gelişimiz inanılmaz derecede sıkıntılı geçti. Vahşi hayvanı evcilleştiren eski çağ insanı bu hayvana kıyamayarak kendi cinslerinden birini eğlenmek üzere tanrılarına kurban ederdi. Güney Amerika’daki uygarlıklarda bazen kurban edilecek kişiyi bir yıl istediği gibi bir yaşantıyı sürdürmesinden sonra törenle yüreğini göğüs kafesinden canlı olarak alıp, kanını tanrılarına sunu olarak verirlerdi. Yaratıldıktan sonra insanın başıboş bırakılması akla gelmeyecek ivmeleri yaratmıştır. Ancak soylarını kaybeden ya da yaşadığımız bu yıldıza küsen diğer uygarlıklardaki canlı gurubu nedense bir daha geri dönmemek üzere sözbirliği yaptılar. Bugün vahşi hayvanları evcilleştirmeyi başarmış olan bu insan nedense kendi cinsine karşı gün geçtikçe vahşileşiyor. Bilim dünyasına damgasını vuran araştırmacı yazarlar, bilim adamları da bu şekildeki insan benliğini sıkıntılara sokan yapısı üzerinde yeterince incelemeler yapamadılar. Sonuçta büyük tehlike de doğdu. O da insanların kendi aralarındaki paylaşım savaşı oldu. Kısacası hayvanlar evcilleştirilip insanlara karşı olan saldırılarına son vermesine rağmen insan bir türlü evcilleşemedi.
Ali Narçın
www.alinarcin.com
İyi bir araştırma olmuş ellerinize sağlık.