Yazar: 00:37 Bilim, Köşe Yazıları • 2 Yorum

Tuna Nehri Kıyısındaki Braila’da Bir Konferans


Ali Narçın
www.alinarcin.com

21 Ekim 2011’de Romanya’da Tuna nehri kıyısındaki Braila kentinde bir konferansa katıldım. Bu konferans Braila Merkez Müzesi Müdürü Prof. Dr. Ionel Cândea’nın çabaları sonucu her yıl periyodik olarak düzenlenen bir konferanstı. İki aşamada gerçekleştirilen konferansın ilk bölümü Merkez Müzenin konferans salonunda gerçekleşti.  Konuşmacı Türkolog Prof. Dr. Mihai Maxim’di. Konu ise Bogdan prensi ve müzisyen Dimitriu Cantemir’di. Bu bölümde tarihsel bir konuşma yapan Mihai Maxim, Osmanlılar tarafından rehin alınan Bogdan Voyvodası Antioh (Osmanlı kaynaklarında Andio) ile birlikte küçük kardeşi Dimitrie Cantemir de İstanbul’a gelir. Osmanlı yazarları Antioh için “Büyük Kantemiroğlu” Dimitrie için ise “Küçük Kantemiroğlu” unvanını takarlar. Mihai Maxim Osmanlı’daki özgür açılımlar ve yapılandırmalardan da söz etti. Osmanlıcayı okuyan ve Osmanlı arşivinde birkaç yıl araştırmalar yapan Mihai Maxim önemli belgelere ulaşmış ve Dimitrie Cantemir (Dimitriu Kandemir) hakkında topladığı verileri kısa da olsa izeleyenlere anlattı. Konferansın ikinci bölümü Merkez Müzeye bağlı “Casa Memoriala Panait İstratı” adlı bir başka binada gerçekleşti. Bu etaptaki konuşmacılar Casa Memoriala Panait İstrati müdürü ve aynı zamanda da Merkez Müze Müdür Yardımcısı Conf. univ. Zamfir Balan; Prof. Dr. Mihai Maxim, Prof. Dr. Ionel Candea ve bendim. Konferans sırasında izleyiciler oldukça samimi davranışlar sergilediler. Bu bölümde “Casa Memoriala Panait İstratı” konferans salonunda moderatorlüğünü Zamfir Balan’ın yaptığı Panait İstratı hakkındaki konuşmalardan sonra Mihai Eminescu hakkındaki düşüncelerim karşısında salondaki izleyenlerde hareketlilik başladı. Özellikle Türk olmama ve Romenceyi sonradan öğrenerek Mihai Eminescu’nun şiirlerini Türkçeye çevirmem adına mutlu bir tablo sergilenmiş herkesin yüz şeklinde sevinçli imgelerin oluşmasına aracı olmuştum. Prof. Dr. Mihai Maxim’in Romence seslendirdiği ve benim de Türkçe olarak seslendirdiğim Mihai Eminescu şiirlerinin sevdası salondaki izleyenlerin alkışlarına hedef oldu. Braila’nın Osmanlı egemenliği sırasında kazandığı Türk gelenekleri günümüzde görülmese de Romen halkının hala sessizce bu gelenekleri sürdürdüğü gözlenmektedir.

Braila kenti Nil adını koyduğum Tuna nehri kıyısında kurulmuş bir kenttir. Kentte Osmanlı’dan kalma geleneklerle karşılaşmak mümkündür. Ancak Osmanlı mimarisini belirten sadece bir yapının ayakta kalması şaşırtıcı olsa da Braila müzesinin karşısındaki alanda Osmanlı döneminde yapılan bir camiinin olduğunu ve bu camiden günümüzde görülebilecek bir şey kalmadığını, binanın kiliseye dönüştürüldüğünü görmek inandırıcı olmasa da bir gerçeğin altını çiziyordu. Oysa daha önceleri çok sayıda Osmanlı mimarisini belirten evlerin olduğu ve kentte birkaç camiinin bulunduğunu kanıtlayan Romen sanatçıların hazırladığı gravürlerde görmekteyiz. Hatta bu gravürlerde 8 minare de görüntülenmektedir. Günümüzde bu minarelerden hiç biri bulunmamaktadır. Sanatsal eserlerin kaderinde olmasa da savaşların, siyası amaçların Osmanlı eserlerinin ortadan kaldırılmasına yetmiş görülmektedir. Mıhai Maxim’in araştırmalarında bu camilerin çoğunun 1826-1828 Osmanli-Rus Harbi sırasında yıkılmış olduğu belirtilmektedir. Türklerin çoğunlukta yaşadığı Braila kenti ve yaklaşık 15 kilometre uzağındaki Galati kentinde Türklere ait buluntularla bölgede Osmanlı egemenliğinin ortaya koyduğu tarifsiz bir özgürlük görülmektedir. Türkiye’de müzik çevrelerinde çok iyi bilinen Ivanovici’ nin “Tuna Dalgalari”(“Valurile Dunarii“) adli o valsından başka “Mavi Tuna” adlı valsıyla dünyaca ünlü Viyanalı bestekar Johann Strauss’un eseriyle dünyada tanınan Tuna nehri Almanya’nın güneybatısındaki Karaorman yerleşkesinde Breg ve Brigach nehirlerinin birleşmesiyle doğar, 2824 kilometrelik uzunluğuyla Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Moldova, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan adlı on devlet ve dört başkent olan Viyana, Bratislava, Buda ve Belgrad’dan geçerek Bulgaristan’a ulaşır, Bulgaristan üzerinden Romanya’dan Karadeniz’e dökülür. Osmanlı’nın Tuna nehrine olan ilgisi bu nehrin hem Volga nehrinden sonra Avrupa’nın ikinci uzun nehri ve de bu nehrin geçtiği on ülkeydi. Osmanlı savaşlarını dramatik bir şekilde şiirleştirenler bu nehir için “Tuna nehri akmam diyor, kenarımı yıkmam diyor” betimlemesiyle savaşların doğaya yansıyan kahredici dramatizesiyle ne kadar önemli bir konumda olduğunu ortaya koymaktadır. Tuna nehri kıta içindeki su hacmi en yüksek düzeyde olan bir nehirdir. Bu nehrin kıyılarındaki bazı sanayii kuruluşlarının artıklarıyla kadersizlik içinde akıp gittiğine tanık olunca, su adına duygulanmamak elden değildi. Çünkü su önemli bir ihtiyaç maddesiydi. Bu nedenle Sümerler suyun önemini kavrayarak tapınma konumunda kutsal görmüşler ve inançlarında tanrı saraylarının da suyun içinde bulunduğunu ileri sürmüşlerdi. “Güneşin çocukları” şeklinde betimlenen İnkaların benzer bir davranışla Titicaca (Titikaka) gölünü kutsal görmeleri suya olan ilahi özlemin kalıntıları olarak belleklerde yer edinir.

Konferanstan sonra Braila müzesine yaptığım ziyarette “neolotik” dönemden yakın dönemlere kadar sergilenen buluntular dikkat çekiciydi. Özellikle Türk bölümü olarak adlandırdığı yerde üzerinde Arapça yazılı mutfak eşyalarının bulunması da değerli birer buluntu şeklinde sergilenmekteydi. Bir süre sonra konakladığımız Trıumph Oteli’nin güler yüzlü çalışanlarıyla karşılaşarak dinlenmeye çekildik kısa bir süre sonra. Müze Müdürü Ionel Cândea, müdür yardımcısı Zamfir Balan, Mihai Maxim ve ben çeşitli tarihsel yerleri dolaştığımız gibi önemli heykeltıraşların bulunduğu müzeyle Tuna nehri kıyısında dolaştık. Biz oradan ayrılıktan sonra Tuna nehrinin kıyısındaki evler her sabah güneşin doğuşuna tanıklık edercesine sessizliğini koruyacaklardı.

www.anahtar.tv

(Visited 100 times, 1 visits today)
Kapat
Yandex.Metrica