Site icon Anahtar TV

BOZUK PARA: ABD Doktriner Dış Politikası

Amerikan dış siyasetinin yakın tarihine bir göz attığımızda, 1970’li yıllardan beri ABD küresel stratejilerinin, doktriner altyapılar üzerine inşa edildiğini görebiliriz. Örneğin ABD’nin ünlü akademisyenlerinden, iktisatçı Prof. Milton Freidman’ın “Shock Therapy” (Şok Tedavisi) adını verdiği kuramı… Serbest Piyasa Ekonomisinin savunucularından olan Friedman, ortaya koyduğu Şok Tedavisi kuramıyla, toplumsal kurumların sıfırdan yapılandırılabilmesi için sert sosyal şoklar yaşanması gerektiğini öngördü. Yani örnek vermek gerekirse; eğer bir ülkenin ekonomik sistemini değiştirmek istiyorsanız, önce o ülkede ağır bir ekonomik kriz yaşatmanız gerekliydi. ABD, soğuk savaş döneminde Sovyetlerin potansiyel müttefiklerini kendi safına çekmek ve aynı zamanda ekonomisine destek sağlamak için birçok ülke de darbeler planlayıp bunları gerçekleştirdi. Ve ardından ekonomik sistemlerini inşa etti. Şili’de, 1973’te gerçekleşen Pinochet darbesi bunun en belirgin örneklerindendir. Milton Friedman’ın, Pinochet’nin hükümet danışmanlığını yapması da, bu açıdan bakıldığında bir tesadüf değildir. ABD, bu siyasetini soğuk savaş yılları boyunca sürdürdü. Türkiye’de 1980’de gerçekleşen askeri darbeye de bu açıdan bakıldığında, artık ABD tarafından “uzaktan” kumanda edildiği herkesçe bilinen darbenin gerçekleştirilme sebepleri daha iyi analiz edilebilir. Takip eden yıllarda Anap hükümeti Serbest Piyasa Ekonomisini benimseyerek, o günün konjonktürel yapısında doğru bir karar almıştı ancak sonuç itibariyle küresel plan işlemeye devam ediyordu.

 
Bu sistem dünyada işletildiği sürece kapitalizm, ABD tarafından desteklendi; ABD hükümetlerine yön veren küresel finansal elit daha da büyüyüp güçlendi.

 
1991 yılına gelindiğinde artık Sovyetler Birliği yıkılmış ve Soğuk Savaş dönemi sona ermişti. Yıllarca kendi halkını, Sovyetleri hedef göstererek kurduğu korku imparatorluğu altında yöneten ve bu sayede baskıcı vergi sistemini ayakta tutmayı başaran ABD, artık yeni bir düşmana ihtiyaç duyuyordu. Bu yeni düşman ise ‘Müslümanlar’dı. Yeni belirlenecek olan dış politika, ABD tarafından, yine ünlü bir akademisyen olan Samuel Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ tezi üzerine bina edildi. 1980’lerde Afganistan’da Ruslara karşı savaşması için palazlandırılan Taliban ve El Kaide devreye sokuldu. 1990’larda bu tür yapılar, ‘Küresel Elit’in elinde bulundurduğu ‘uluslararası ana akım medya’ tarafından dünyanın önüne ‘birer tehdit ve mutlaka korkulması gereken terörist oluşumlar’ olarak konuldu. Sonunda 2001 yılına gelindiğinde ise 11 Eylül saldırıları ile ‘altın vuruş’ yapıldı ve artık yeni korkunç düşman ‘tüm ihtişamıyla’ batı medeniyetlerinin önünde sergileniyordu. ABD’nin dış politikası bir dönem Yahudi bilim adamı Milton Friedman’ın tezleri üzerine bina edildiği gibi, bu sefer diğer bir Yahudi bilim adamı olan Samuel Huntington’ın ‘Medeniyeler Çatışması’ tezi üzerine bina edilmişti. Yeni bir strateji işletiliyordu. Bu yeni düşman yani ‘Müslümanlar’ Amerikan siyasetini on yıldan daha uzun bir süre besledi. Bu dönemdeki korku imparatorluğu İslamofobi ile kotarıldı. Şimdi ise bu doktriner sürecin sonuna geldik. Çünkü artık ABD, Ortadoğu’daki askeri unsurlarını büyük ölçüde geri çekti ve yönetimi, oralarda oluşumuna destek verdiği yerel sivil yapılara devretti. Bu da bölgede yeni bir sürece girdiğimizin en belirgin göstergesi.

 
Eğer buraya kadar yaptığımız analizden hareketle Amerika’nın doktriner siyaseti üzerine ortaya koyduğumuz tez doğruysa, bundan sonra da bu sistemin işleyeceğini öngörebilir ve Ortadoğu’nun geleceği üzerine bir takım kehanetlerde bulunabiliriz diye düşünüyorum. Ve şimdi yazacağımız senaryonun merkezinde de Türkiye bulunuyor.

 
Medeniyetler Çatışması tezi üzerine bina edilen süreçten çıkıp yeni bir sürece girmekte olduğumuzu belirmiştik. Öyleyse bu yeni sürecin stratejisi hangi doktrin üzerine bina edilecek?

 
Mevcut veriler gösteriyor ki en güçlü aday dünyaca ünlü, ABD’nin Yahudi kökenli diğer bir bilim adamı Prof. Noam Chomsky. Kendisi ABD hükümet yapısına ve dış politikasına karşı en güçlü muhaliflerden biri. Hatta İsrail politikalarına karşı da muhalefet ediyor. Ama bunları bir kenara koyup, bu bahsettiğimiz ‘mevcut veriler’in neler olduğuna bir göz atmadan önce Chomsky’nin Ortadoğu’da kurulması gerektiğini düşündüğü siyasi yapı ile ilgili söylediklerine bakalım:

 
“Doğal sistem, -bunu duymak kimsenin hoşuna gitmese de- Osmanlı imparatorluğuydu. Osmanlı İmparatorluğu yozlaşmış ve vahşiydi. Ve kimse onu yeniden canlandırmak istemez ama halkları az veya çok, kendi hâllerine bırakıyorlardı. Yani şehrin Yunan bölgesinde Yunanlılar bölgelerini idare ediyordu, Ermeni bölgesinde ise Ermeniler. İstanbul’dan Kahire’ye veya Bağdat’a gitmek istediğiniz zaman sınırlardan geçmeniz gerekmiyordu. Bu, serbest, komplike, yerinden yönetimin nispeten daha üst seviyede olduğu ve dünyanın birçok bölgesi için uygun bir sistemdi. Bunun üzerine bir ulusal sistem empoze etmenin doğuracağı sonuç, baskı ve şiddetin hakim olduğu bir ortam olurdu. Nitekim oldu da.”

 
Chomsky, 9 Aralık 2005’te Charngchi Way’a verdiği mülakatta aynen bunları söylüyordu. Aynı açıklamaları, New Voices dergisinde ve Alman Znet medya grubunda yayınlanan mülakatlarında da dile getirmişti. En son olarak bu görüşlerini, Ocak 2013’te Boğaziçi Üniversitesinde verdiği konferansta yinelemişti.

 
Chomsky bu görüşlerinde haklı olabilir. Ama ilginç olan ABD’nin Ortadoğu’da bu türden yapıya sıcak bakması… Tabii ki güçlü bir merkezi otorite olmadan… Bu yüzden Türkiye ve ABD’nin çıkarları belli bir yere kadar örtüşüyor. Tabii İsrail’i de buraya dâhil etmemiz gerek. Ama öyle bir kırılma noktası gelecek ki bu çıkarlar çatışmaya başlayacak. Bunun sinyallerini şimdiden alıyoruz. Verebileceğimiz en güncel örnek, geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri bakanı John Kerry’nin, Tayyip Erdoğan’ın Gazze’ye yapmayı planladığı ziyaretle ilgili olarak söyledikleri. Kerry, bu ziyaretin ertelenmesi gerektiğini ifade etti. Ardından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kerry’yi sert bir çıkışla uyardı. Ancak bunlar henüz çok küçük çatışmalar. Büyük restleşmelerin gerçekleşmesi için önce Ortadoğu’da (ve hatta Balkanlar ve Kafkaslar da buna dâhil edilebilir) siyasi, ticari, kültürel vs. alanlarda tam entegrasyonun sağlanacağı bir sistemin kurulması gerekiyor. Burada, Avrupa Birliği benzeri bir yapıyı kastediyoruz ki Chomsky’nin tarif ettiği de kabaca böyle bir yapı olarak tanımlanabilir.

 
Peki bu yapı, en çok kimin uzun vadeli projeksiyonlarını hayata geçirmesi için ‘uygun’ zemini oluşturacaktır? Bu sorunun cevabı İsrail’dir. Bölgede hiçbir denklem İsrail’siz düşünülmemeli. İsrail’in saf dışı göründüğü durumlarda bile, bunun bize böyle gösterilmek istendiği için olduğunu düşünebilmeliyiz. Çünkü küresel finans elitleri aynı zamanda İsrail’in de kurucularıdır. ABD ve İngiltere’de oluşturdukları lobi yapılanmalarıyla, bu ülkeler üzerinde tahakküm sahibidirler ve günümüz dünyası ‘paranın etrafında dönmektedir’.

 
Biliyoruz ki İsrail bir din devletidir ve ülkenin politika ve stratejileri Tevrat ve Talmud öğretileri doğrultusunda belirlenir. Az önce Chomsky’nin Ortadoğu idealine değinmiştik. Bu ideal, ABD ve İsrail’in idealine ilk bakışta ters gibi görünse de aslında öyle değildir çünkü Chomsky bürokratik hiyerarşiye karşı çıkar. İşin sırrı da buradadır. Yani idari kurumların birbirlerine karşı bir yetki üstünlüğünün veya yaptırım gücünün olmamasında… Zaten “kimse Osmanlı’nın geri gelmesini istemez” derken, bunun fikirsel altyapısını çoktan oluşturmuştur. 1940’lı yıllarda bir Siyonist gençlik örgütlenmesinin liderliğini yapmış olan Chomsky’nin kuramsal fikirleri, ABD ve İsrail’in gelecek vizyonuyla örtüşmektedir. Hele de bu siyaseti, kendi politikalarına muhalif bir bilim adamının tezleri üzerine bina edecek olmaları, stratejileri için daha kolay kamuoyu oluşturmalarına imkân vermektedir. Önümüzdeki yılar içinde ABD’nin Ortadoğu faaliyetlerinde Chomsky’nin doktriner düşüncelerinin hayat bulduğunu görmek, bu açıdan bakıldığında pek şaşırtıcı olmayacaktır. Ve Siyonizmin, nihai dünya hedefinin gerçekleştirilebilmesi için en uygun zemin, Chomsk’nin ideali gerçekleştiğinde oluşmuş olacaktır.

 
Netice itibariyle, yakın bir gelecekte Türkiye’nin ve ABD’nin Ortadoğu vizyonlarında ciddi bir kırılma noktasına ulaşılacaktır.

 
Ve yine gelecekte, er ya da geç, bölge üzerinde iddiası olan iki güç yani Türkiye ve İsrail arasında büyük bir savaş yaşanması kaçınılmazdır.

 
Hamza Yardımcıoğlu
27.04.2013
twitter.com/hyardimcioglu

Exit mobile version