Yazar: 23:14 Bilim, Köşe Yazıları, Manşet Haberler

Ali Narçın: Göbeklitepe Muamması

 

 

Yıllardır eski antik uygarlıkların yaşam gelenekleriyle ilgili araştırmalar yapmaktayım. İlgi alanımdaki bazı buluntular arasında harabeler, nekropoller ve kent kalıntıları hakkında gördüğüm bazı çalışmalar düşünsel dünyamın kapılarını kapatır gibiydi. Çünkü çoğu yerlerde kazılar yapılmış ve yarım bırakılarak doğanın korumasına bırakılmıştı. Ancak yağmurlar, rüzgarlar, karlar bu korumayı ne yazık ki yapamamışlardı. Bunları düşünürken o eski insanların yaşamak adına göstermiş oldukları çabayı da düşünmeden rahat olamıyordum. Önceden tespit ettiğim noktalara gidip, bazı belgeler toplayarak değerlendirmeler yapmaktayım. Urfa’nın 17 Km uzağında bir tepenin kuytu yerinde kimler tarafından inşa edildiği henüz bilinmeyen bir tapınak sessizice saklandığı yerde bulunmayı bekler gibiydi. Örencik köyü yakınlarında bulunan bu gizemli tapınak yine yabancıların dikkatini çekmiş ve kazılar geç de olsa başlamıştı. Kazılar devam ettikçe tapınağın sütunları da ortaya çıkmaya başlamış ve bir anda dünya gündemini değiştirecek bir açıklamayla yaşamın Örencik köyünde yaklaşık 12 bin yıl önce var olduğuna işaret ediliyordu. Kazılarda ortaya çıkan mimarı yapı da oldukça gizemliydi. Sütunlar 12’şerli olarak yan yana dizilmiş ve yuvarlak bir konum elde edilmiş, aralarında taşlarla duvarlar örülerek dairesel konum elde edilmişti. Sütunlarda zarar görmeyenlerin üzerinde alçak kabartmalar ya da kazınarak işlenmiş insan kolu, hayvanlar ve bazı semboller işaretlenmişti. Bu sembolik resimlerin sütunların üzerine işlenmesi de şaşırtıcı olmasa da piktogram yazı şeklini içeren bir ifade adına kullanılmıştı. Motiflerde Boğa, Tilki, Yaban domuzu, Yılan, Yaban Ördekleri, Kurt ve Kartal’ın resmedilmesi olası ifadeler içinde tapınağın yapılışına yönelik bir öyküyü canlandırmıştır. Sembolik şekillerden yola çıkılarak bölgede çanak-çömlek kültürünün olmadığı ve avcı-toplayıcı insan gurupları tarafından yapıldığı tezi ortaya konulmaktadır. Yerleşke yeri olmayan bu tepenin oyuğunda yapılan tapınağın avcı-toplayıcı insan dediğimiz dönemdekilerin bir kült merkeziydi ve insanlar bu kült merkezinde yakarışlarda bulunmak için en azından birkaç kilometrelik bir yoldan bu merkeze gelmişlerdi. Kült merkezinin M.Ö.9700-8000 yılları arasındaki bir zaman diliminde inşa edildiği iddia edilmektedir

 

 

Burada dizilen taşların çok daha eski dönemlere ait olduğuna kesin gözüyle bakılmamaktadır. Ancak daha önceleri başka alanlarda bulunan yapıların niteliğini taşıdığı için tahmini bir rakam verildiği gibi Paleolitik çağdan birkaç yıl daha eskiye dayanan epipaleolitik bir çağa kadar uzandığı belirtilmektedir. 15.04.2011 yılında Unesco tarafından dünya miraslarına aday gösterilen bu kült alanının M.Ö.8000 civarında bilinmeyen nedenlerle terk edildiği düşünülüyor.

 

 

Buluntunun içindeki sütunlar insan şeklinde stilize edilmiş taşlar olduğu için daire şeklinde dizilenlerin de o kült merkezindeki koruyucu tanrılar ve yaratıcı tanrılar gurubu olarak ele alınmasında bir sakınca görmemekteyim. Bölge coğrafik yapısıyla Mezopotamya sınırlarında gösterilmişti. Mezopotamya inancındaki insan şekli sütunların bu alanda da görülmesi şaşırtıcı değil. Çünkü bölgenin yakınlarında 300 civarında stilize edilmiş insan betimlemeleri yerine gösterilen sütunlar bulunmuştur. Göbekli tepedeki sütunların hepsi onarıldığında yaklaşık 50 civarında sütun ortaya çıkacaktır ki o da Mezopotamya bölgesinde Annunaki adı verilen bir tanrı gurubuna işaret edilecektir. Özellikle Kültün içinde yükselen iki uzun sütun Annunaki gurubunda yer alan kardeş tanrıları sembolize etmektedir. Bu tür ifadelerin çok daha yoğunlaşacağını ve Kültteki sütunların o tanrıları temsil edileceğini farklı çerçeveler içinde görememiz mümkün olacaktır.

 

 

Göbeklitepe’deki kült merkezinin çok daha eskilere dayanan öyküsüne bakıldığında oldukça ihmal edildiğini görmekteyiz. Bunun siyasal nedenlerden tutun da ekonomik nedenlere bağlasak da korkunç bir ihmalin ortada olduğuna tanıklık eden belgeler görülecektir. 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ile Chicago Üniversitesinin “Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Projesi” (Prehistoric Research in Southeastern Anatolia) kapsamındaki yüzey araştırmalarını yürüttüğü bir sırada tespit edilmiştir. Yüzey araştırmalarından sonra o noktaya inildiğinde insan eliyle yapıldığına kesin gözüyle bakılan binlerce çakmaktaşı kırıntısıyla karşılaştılar. Yüzey araştırmalarında Göbeklitepe’nin Biris mezarlığı (Epipaleolitik) ve Söğüt tarlası I (Paleolitik ve Epipaleolitik), Söğüt tarlası II (Çanakçömlekisiz neolitik) şeklinde bölgenin önemli bir yerleşke olabileceği düşünülerek kazı yapılmamış ve incelemeler durdurulmuştur. Bu oldukça afedilemez bir ihmalkarlıktı. Urfa bölgesinin önemli sit alanı olduğu düşünülmeden Göbeklitepe’nin kazılmasını önemli görmeyerek üstünü toprakla kapatmış gibi oldular. Zaman hızla devam eder ve 23 yıl sonra bir başka araştırmacı Göbeklitepe hakkında bir makale yazsa da önem verilmez. Bu makale 1980 yılında yazılır.

 

 

1980 yılına kadar bölge sırra kadem olmuş ve ancak aynı yıl yani 1980 yılında “Survey Work in Southeastem Anatolia” adlı makalesiyle Peter Benedict söz eder. Bu makalede Göbeklitepe’den söz edildiği halde kimse ilgilenmez ve yeniden kaderine terk edilir. 1994 yılında Heidelberg Üniversitesi’nden Klaus Schmidt, bölgede bir araştırma yapar. Bu araştırma sonuçlanmış ve bölgedeki anıtsal yapının önemi anlaşılmıştır. Ancak kazı çalışmaları ise 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Harald Hauptmann bilimsel danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra karara bağlanmıştır. Bir yıl sonra yani 1996 yılında Urfa Müzesi başkanlığında ve Klaus Schmidt’in  bilimsel danışmanlığında kazılar başlar. 2007 yılından itibaren ise kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında devam eder. Projeye Alman Heidelberg Üniversitesi Tarihöncesi Enstitüsü de katılır. Böylece 33 yıl kazı yapılmayan Urfa’daki bu Kült merkezinin varlığı ortaya çıkar ve tarihin de değişmesinde rol oynar. Göbeklitepe’deki kazı çalışmaları dört ana başlık etrafında toplanır.

 

 

I Tabaka: Yüzey olgusu olarak saptanır. Yüzeyin havadan belirlendiği ve daha sonra o noktalara inilerek ölçümlerle sit alanı olduğu saptanır. Göbeklitepe öyle olmuştur. Yüzey incelemesinde sit alanı olduğu tespit edilmiş ancak kazılar yapılmamıştır.

 

 

II Tabaka: a-M.Ö.8000-9000 yıla entegre edilen Dikilitaşlı Köşeli Yapılar. Yüzey konumlandırıldığında Çanak Çömleksiz neolitik Çağ B’ye tarihlendirilir. Buradaki kült mimarinin Nevali Çori’deki kalıntılarla eş değerde görüldüğü için bu tarihlendirme yapılır.

 

 

b-Ara tabaka olarak da değerlendirilen Yuvarlak-Oval yapılar. Burada bulunan kalıntılar da Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ A’dan B’ye geçiş şeklinde tarihlendirilir.

 

 

III Tabaka: M.Ö.9000-10.000 yıla entegre edilen dairesel yapılar. Bu tabaka Göbeklitepe’nin en önemli tabakası şeklinde düşünülerek çanak-çömleksiz neolitik A’ya tarihlendirilir.

 

 

Kült merkezinde kazı çalışmalarını devam ettiren Klaus Schimdt yazılarında ve ifadelerinde II ve III tabakadan söz eder. Özellikle ”T” şeklinde yekpare taştan yontulan sütunların 12’şer dize halinde yuvarlak bir zemin içine oturtulmasını örnek olarak gösterir. Bölgedeki kazılarda yerleşke izine rastlanmadığı söylense de bunların iyi araştırılmamış olmasına bağlamak gerekmekte. Nevali Çori’deki yerleşim alanlarında insanların Kült merkezine gelip ibadetlerde bulunması çok da zor değildir. Özellikle Kült merkezinin önündeki platoda doğal kayaların çukur şeklinde oyularak derinlik kazandırılması olası su ihtiyacının karşılanması şeklinde düşünülür. Çünkü yüksek tepede su olmadığı için böyle çukurların yapılıp yağmur sularından yararlanması o dönemlerde sıkça tekrarlanan bir çalışmaydı. Göbeklitepe’deki dikilitaşlar dahil bölgede yapılan yüzey araştırmaları sonucunda jeologlar yaklaşık 300 tane dikilitaşın ortaya çıkarıldığını öne sürerler.

 

 

Göbeklitepe’de yapılan kazılar ve elde edilen bulgularla bir Açıkhava tapınağı olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü tapınağın korunması adına herhangi bir üst korumanın bulunmadığı ifade edilmektedir. Tapınaktaki dikilitaşlar arası kesilmiş taşlarla duvar örülerek dairesel şekil daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Duvar olarak örülen taşlar arasında 2 cm’lik balçıktan yapılmış harç bulunduğu için zaman içinde yağmur sularından ve rüzgarlardan etkilenerek döküntülerin ortaya çıkmasına neden olur. Kazılar yapıldıkça önemli anıtsal yapılar da ortaya çıkar. Bizzat Göbeklitepe’deki kazı alanına gitmiş ve oradaki anıtsal dikilitaşları tek tek saymıştım… Kırıkların da bulunduğunu düşünürsek yaklaşık 50 adet anıtsal dikilitaşın olduğu görülmektedir. Ayrıca dairesel bir konumda inşa edilen bu kült merkezinin giriş kapısının da taşlar ve topraklarla kapatıldığını düşünürsek vadiye doğru açılan bir kapıdan içeri girildiği düşünülmektedir.

 

 

Kült Merkezinin mimarisinde 12’şerli rakamlar da oldukça ilgi çekicidir. Çünkü 12 rakamı çoğu uygarlıklarda kutsal bir sayı şeklinde ele alınmıştır. Mısır mitolojisinde yeraltı dünyasında güneşin 12 saatte geçtiği, 12 ışık merdiveninden göklere yükselme fikrinin olduğu, evrene açılan 12 kapıdan söz edilmesi daha sonra İsa’nın ortaya çıkmasıyla 12 havarinin oluşması, Hz. Ali felsefesinde adı geçen 12 imam, 12 ay, 12 saat gibi bazı özel ifadeler ortaya çıkmaktadır. Yaklaşık 12 bin yıl önce yapıldığı tahmin edilen Göbeklitepe mimarisinde tanrı konumunda stilize edilmiş sütunlar dairesel bir konumda neden 12’şerli olarak kullanıldı?

 

Ali Narçın

 

 

 

(Visited 247 times, 1 visits today)
Kapat
Yandex.Metrica