Hamza Yardımcıoğlu’nun, Ekonomi Gazetesi’nden Gülşan Kurt’a verdiği Röportaj:
– Zaman Yolcusu Programı ile Türkiye’nin dikkatini çektiniz. TV’lerde Yorumlarınız ve kitaplarınız ilgi gördü. Derin yapılara ışık tutuyor derin analizler yapıyorsunuz. Kitaplarınızda ve makalelerinizde de gizli örgütlere sıklıkla değiniyorsunuz. Bu gizli yapılanmaların siyaset belirleme gücü var mıdır? Eğer öyleyse bu gücün kaynağı nedir?
Tarih bir gizli örgütler savaşıdır. İncelediğiniz zaman görürsünüz ki bu örgütler genelde devlet içinde yapılanır. Bazen de devlet kadrolarının dışında ama ekonomik güç ile devletlere nüfuz eder şekilde görürsünüz. Bu ikinci türden bir organizasyon, son yüz elli yıldır dünya siyasetine etki edebiliyor. Artık devletler çağı kapanmaya doğru gidiyor, şirketler çağında yaşıyoruz. Bu bahsettiğim, öyle şirketler ki tek bir tanesinin finansal gücü on devletin toplamına eşit olabiliyor. Özellikle enerji ve finans devi şirketlerin sahiplerine baktığınız zaman, bu isimler dünya siyaset tarihinde de karşınıza çıkıyor. Örneğin İngiltere devleti tarafından yazılan ve bugün İsrail’in kuruluş taahhütnamesi olarak kabul ettiğimiz Balfour deklerasyonunda… Veya birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki siyasilerin finansörlerine baktığımızda…
Bu küresel finans elitinin, etki bakımından zirve yapması, ABD’nin para sistemini ele geçirdikten sonra oluyor. Çünkü artık paranın yaratıcısı haline geliyorlar. FED, biliyorsunuz, Amerikan devletine ait değildir. Özerk bir kurumdur. Amerika’daki 1907 krizinden sonra FED’in kurulması için Kongre’ye teklif verdiler, kabul olmadı. Sonra Woodrow Wilson’u destekleyip iktidara getirdiler ve yasayı geçirdiler. Paul Warburg öncülüğünde FED kuruldu. Sistem 12 federatif bölgeye ayrılmıştı ve ilk etapta hisselere sahip birçok banker vardı. 1929’daki Büyük Buhran’dan sonra birçok banker iflas etti ve bunların hisselerini topladılar. 1 doların üzerinde Eski Mısır dinine ait ezoterik sembollerin yerleştirilmesi de o tarihten sonradır.
– FED, bu sisteme nasıl hizmet etti?
Amerikan para sistemi şöyle çalışır: Devlet, FED’e tahvil verir. FED de bunun karşılığında para basıp hazineye aktarır. Ama bunu alacak olarak kaydeder. Yani devleti borçlandırmış olur. Piyasada dönen ne kadar dolar varsa, ABD hükumetinin FED’e o kadar borcu vardır. Bu paralar halka vergi yükü ve krediler olarak yansıyınca, sanal bir değer realize edilmiş olur. Bu, komünizmin feodal versiyonudur aslında. Tek fark, mülkiyet hakkı devlette değil, bankerlerin elindedir. En nihayetinde Amerika’nın bastığı paranın gerçek bir karşılığı yoktur. Bu bakımdan, tarihin en büyük nitelikli dolandırıcılığıdır. Ve yine bu yolla insanları faizle borç altına sokarak köleleştirmektir. John F. Kennedy, sistemin kodlarını çözmüştü ve bundan rahatsızdı. 1961’de, Amerikan Gazete Yayıncıları Birliğine yaptığı bir konuşma var. Orada, üstüne basa basa, devlet içinde yapılanmış gizli cemiyetlerden bahsediyor. Bunların ne kadar büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekiyor. “Hiçbir savaş, ulusumuz için bu kadar tehlikeli olmamıştı” diyor. Kennedy’nin o konuşmasının ses kaydı internette var. Her şeyi üstü kapalı anlatıyor orada. Ve savaş açıyor. Para basma yetkisinin Hazine Bakanlığına devri için 1963’te bir yasa hazırladı ve aynı sene öldürüldü. Sonra kardeşi Robert Kennedy başkan adayı oldu. Seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Onu da öldürdüler. Daha sonra hiçbir başkan FED’e ilişmeye cesaret edemedi. Hegomonya böylece devam etti.
– Bu gizli örgütlere örnek verir misiniz?
Şimdi işin, istihbarat örgütleri ve bunların içinde oluşmuş çekirdek yapılar değdiğimiz bir boyutu var. Buna “derin devlet” de diyebilirsiniz. Diğer boyutu ise “devletler üstü” diye tabir edebileceğimiz küresel finans boyutu. Etkin olan taraf da bu. Bunu somutlaştırmak için her ne kadar, Rothschild, Morgan, Warburg, Rockefeller, Schiff vs. gibi birçok isim sayabilecek olsak da -ki hepsi İsrail ile bir şekilde ilişkilidir- buna şahıslar olarak bakmamak lazım. Çünkü küresel sermaye eliti, siyasi alandaki bütün icraatlarını kendi kurdukları legal kurumlar üzerinden yürütür. Lobiciliğin bir üst boyutu gibi düşünün. Birleşmiş Milletler buna bir örnektir. 1945’te kurulmasından sonraki ilk önemli icraatı, 1948’de ilan edilen İsrail devletini resmen tanımak olmuştu. Neden Strasburg’daki BM binası, yarım kalmış Babil kulesi şeklindedir? Bunların hep mitolojik kökleri vardır. Amerika’daki Dış İlişkiler Konseyi, dünya yöneticilerini her yıl bir araya toplayan Bilderberg kuruluşu, kıtalararası bir birlik olan Trilateral ve daha birçok uluslararası kuruluş, incelendiğinde aynı köke dayanır. Yönetim kurulu listelerini incelerseniz, karşınıza çıkan birçok ismin hep aynı olduğunu görürsünüz. Labour Friends Of Israil lobisinin, İngiliz siyasetinde ne kadar belirleyici olduğunu İngiliz Milletvekilleri söylüyor. İngiltere Başbakanı David Cameron, yakın zamana kadar Sultan Abdülhamid’e Filistin topraklarını satın almak için, zamanında para teklif eden National Jewish Found’un yöneticilerinden biriydi. Başbakan olduktan sonra görevi bıraktı. Daha o kadar çok örnek var ki, büyük resme bakmak lazım.
– Ortadoğu’daki savaş ve kaos ortamı kime nasıl fayda sağlıyor?
Ortadoğu’da kozmopolit bir kaos var. Yani kaostan beslenen yapılar çok çeşitli. O yüzden bu soruya cevap verebilmek için olayları bazen müstakil olarak ele almak gerekir ama üst akılın iz düşümü büyük resimde gizlidir. 2001’de 11 Eylül saldırıları dünya siyaseti açısından bir milattı. Sonuçlara bakalım ama önce basit bir örnek vereyim. 11 Eylül öncesinde petrolün varil fiyatı 30 dolarlar civarındaydı, sonrasında ise tavan yapıp 120 dolarları buldu. Bu işten en çok kim kazandı? Amerika’nın Afganistan’a girmesiyle bir süreç başladı. Halbuki soğuk savaş döneminde Ruslara karşı Taliban’ı, Bin Ladin eliyle silahlandıran da ABD’ydi. Hollywood’a bunun PR’ını bile yaptırmışlardı. Rambo 3 filmini hatırlayın. Soğuk savaşın iki kutuplu dünyasında, adı konulmamış bir savaş ekonomisi Batı’da yürütüldü. Kimse fark etmedi. Komünizm çöktükten kısa süre sonra da Huntington’un “medeniyetler çatışması” tezini hayata geçirdiler. İslam’a karşı, Bush’un deyimiyle “Haçlı seferleri” başlatıldı ama o esnada mezhep çatışmaları da ateşlendi. 2007’de Irak’taki, Şiiler için çok önemli olan El Askeri Camii, El Kaide eliyle bombalanmadan önce bölgede mezhep çatışması diye bir şey yoktu. Aslında nihai hedefte dünyanın tek merkezden yönetilmesi ve tek para biriminin kullanılması olduğunu kavrarsak, bölge ülkelerinin neden yutulması kolay küçük parçalara bölünme sürecini yaşadığını anlamlandırabiliriz. Bakın Irak fiilen üçe bölünmüş durumda, Suriye dört parça. Şimdi Türkiye üzerinde ciddi gündemler var. Bunları hep beraber izliyoruz.
– Türkiye’de bu yapılar etkin mi?
Gizli örgütler her devletin içinde vardır. Bunlara paralel devlet de diyebilirsiniz. Son dönemde Türkiye’deki güç dengelerinde değişiklikler oldu. Birçok taş yerinden oynadı. Türkiye’deki ilk paralel yapı, bence İttihat Terakki cemiyetiydi. Hem Osmanlı’ya paralel faaliyetler yürüttü hem de yeni kurulan Cumhuriyet’e. Atatürk de İttihatçıların arasından çıkmıştı ama devletteki kadrolaşmada İttihatçıları ötelemişti. 1926’da Atatürk’e karşı İttihatçılar tarafından planlanan İzmir suikastına bu gözle bakmak lazım. Bugün Gülen Cemaatinin, hükumete olan saldırıları da İzmir suikastının modern versiyonudur bence. Gladyo’nun Türkiye ayağı olan Ergenokon’u etkisizleştirip kendi derin devletlerini pekiştirdiler ama işler rayından çıktı. Yapılar çok olunca hesaplaşmalar da çok oluyor. Tabii Türkiye’de öteden beri etkin olan yapılardan biri de küresel sermayenin Türkiye’deki uzantılarıdır. Bir dönem onlar ne derse o olurdu. Biz gazete manşetleriyle Türkiye’deki hükumetlere ayar çekildiğini, darbeler yapıldığını iyi biliriz.
Türkiye’de gizli yapılar denince akla, kontur-gerilla operasyonları gelir.
– Dünya piyasaları nasıl manipüle ediliyor?
Size bir örnek vereyim… Dünyada yıllık mal ve hizmet üretiminin yani reel üretimin toplam değeri 60 trilyon dolar. Dünya piyasalarında işlem gören menkul değerlerin toplamı ise 600 trilyon dolar. Bu aradaki 540 trilyon dolar nereden geldi? Tamamen sanal. Yani sistemin kendisi bile manipülatif. Böyle olunca, manipülatörler istedikleri zaman ekonomiye ivme verebiliyor, istedikleri zaman da kriz çıkarıyor. Bize iktisat fakültesinde, menkul kıymetlerin varlıkları temsil ettiği öğretilmişti ama realitede öyle bir şey yok. Hal böyle olunca FED’in yaptığı bir açıklama dünya piyasalarında dalgalanmalara sebep olabiliyor. ABD doları 1971’den beridir iradeye dayalı olarak basılıyor. Yani altın veya gümüşe dayalı olmaktan da çıkardılar. Ekonomik kriz olunca, bir gecede paranızın yarısını kaybedebiliyorsunuz. Bunu hangi mantıksal temele oturtacağız? Eğer emeklerinizin karşılığı olan birikimleriniz birden bire yok oluyorsa, bu, perde gerisinde başka bir yere transfer oluyor demektir. Var olan hiçbir şey yok olmaz, sadece dönüşür, el değiştirir.
Manipülasyonlar her an hayatımızın içinde ama önemli fonksiyonlarından biri hükümetleri değiştirmektir. Bugün biliyoruz ki Şili’deki Pinoşe darbesi gibi birçok darbe, Milton Friedman’ın ekonomik şok doktrini uygulanarak gerçekleştirildi. Türkiye’deki 1980 darbesi de onlardan biridir. Ekonomi modellerini değiştirmek için ekonomik buhranlara ihtiyaç vardır.
-Terör örgütleri, ekonomik ve siyasi manipülasyonların neresinde yer alıyor?
Terör örgütlerinin çeşitli amaçlarla kullanıldığını biliyoruz. Bizim Türkiye’de en çok aşina olduğumuz tarafı, darbelere zemin hazırlanmasıdır. Bunun da ekonomik ve stratejik ayakları vardır. Türkiye’de serbest piyasa ekonomisine geçişimiz bir darbeyle olmuştu, hatırlayın. Mesela güncel bir örnek; Mısır’da Sisi darbeyle iktidara gelince ilk ne yaptı? Mursi’nin açtırdığı Refah sınır kapısını tekrar kapattı. Gerçi orada İhvan, terör örgütü değildi ama devlet terörünü yok sayarak dünyada o algıyı yarattılar.
Bugün İşid terörü üzerinden geliştirilen algı manipülasyonuyla, Türkiye’nin ne hâle getirildiğine bakın. Hiçbir terör örgütü, devlet desteği olmadan ayakta duramaz. İşid denilen örgütün hiçbir meşru bir siyasi zemini yoktur. Kafa kesmenin, tecavüzün, gaspın toplumda bir karşılığı yoktur. Halbuki klasik tarzdaki bütün gerilla örgütlerinin toplumsal bir zemini vardır. Bu, onu diğerlerinden ayıran en önemli farktır. Afganistan’dan ithal edilen El Kaide de 2007’ye kadar Irak’ta toplumsal zemin bulamamıştı. Ebu Zarkavi’nin, mezhep çatışmalarını başlatmasıyla -demin behsettiğim El Askeri Camii bombalamasıyla- Irak’ta militan kazanmaya başladı. 2009’da öldürülen Zarkavi isimli terörist Işid’in de kurucusudur aynı zamanda. O dönem bir hücre yapılanması olarak kurulan örgüt ne zaman uyandı? Barzani, Türkiye ile pertol ticareti konusunda anlaştı, bir de baktık ki Musul, Bağdat hükumeti tarafından Işid’de teslim edildi. Ordu çekilirken, silahları ve askeri araçlarını bile bunlara bıraktı.
Işid Lübnanlı pilotu yakma görüntülerini tüm dünyaya servis etti. Videonun sonunda 120 kişilik infaz listesi vardı. Hava bombardımana katılan ülkelerin pilotlarının, subaylarının isimleri vardı bu listede. Hiçbir terör örgütü, istihbarat servislerinin desteği olmadan böyle bir listeye ulaşamaz. Bu bile arkalarındaki devlet desteğine kanıttır.
– Bahsettiğiniz küresel finans elitinin egemen olduğu ekonomik sisteme bir alternatif üretilebilir mi?
Bir yerde bir kamyon domates, diğer tarafta da o domateslere ihtiyacı olan insanlar varsa, bu domateslerle insanları biraraya getirme sanatına iktisat denir. Ama ekonomik gücü bulamayan insanlar bu domatesleri satın alamıyor ve domatesler de satılmadığı için çürüyor ve çöp oluyorsa o iktisadi sistemde problem vardır. Nitekim bu tür örnekler mevcuttur.
Küresel çarklarının iç içe geçtiği bir modelde, siz çıkıp marjinal bir model uygulamaya kalkarsanız, kendinizi dışarıdaki piyasalardan soyutlamış olursunuz. Neticede ithalat-ihracat yapmak zorundasınız. Sistemin içinde bir oyuncuysanız ki durum aynen böyle, bazı şeyleri göze almadan yeni bir kural belirleyemezsiniz. Ancak etkin bir hammadde üretiminiz ve sanayiniz olmalıdır. Ama ne kadar olursa olsun, yeterli gelmeyecektir ve kayıpları göze almak zorundasınız. Bunun için oyuncu değil, oyunu kuran kişi olmanız gerekir. Satranç tahtasında bir taş değil, taşı oynatan el olmanız gerekir.
Bunun tek yolu bir ideal ekonomi modeli geliştirmektir. Bu devletlerin değil, düşünürlerin işidir. Ama iş burada bitmez. Bu, sadece fikirsel altyapının oluşturulmasıdır. Fiziki olarak bunun hayat bulması, şiddetli bir dünya savaşı yaşanmasını gerektirir. Çok büyük bir yıkım olmadan olmaz. Maalesef! Çünkü siz var olan bir yapıyı bütün olarak, alternatifiyle ikame etme iddiasında olursanız, önce eskisini ortadan kaldırmanız gerekir. Ve eski sistem size karşı savaşacaktır. Size saldırıp, yok etmek için elinden geleni yapacaktır. Sistem küresel çarklara sahip olunca da, bu bir dünya savaşı olacaktır.
İdeal olan, faizin ve enflasyonun olmadığı bir modeldir. Faiz, sistemin kurnazlığı; enflasyon ise sistemin çatlaklarından kaynaklanan sızıntıdır bana göre. Ancak bu ikisinin olmadığı, merkezi bir idare altında toplanmış küresel bir para sistemi üzerinden ideal bir sistem üretilebilir bence. Yerel bazda uygulanacak bir sistemin başarılı olamayacağı kanaatindeyim. İdeal modelin oluşturulmasından sonra da geliştireceğiniz sosyal politikalarla adil gelir dağılımını dengelemeye çalışırsınız. Bu bahsettiğim şu an için bir ütopya. Temeli adalet olmayan mülkün sonsuza dek ayakta kalması imkânsızdır. Mevcudun yıkılacağını öngörebiliriz.
– Konuşmanın başında, küresel sermayeyi Eski Mısır diniyle ilişkilendirmiştiniz. Kastettiğiniz neydi?
Yıllarca gizli örgütleri araştırdım ve şunu gördüm. Bu küresel para sistemini oluşturan yapılar sadece para piyasalarında değil, ticaretin birçok alanında, siyasette, sivil toplumda, sanatta, akademide ve medyada çok güçlü bir şekilde yapılanmış. Ve bunlar, görünen legal profillerinin ötesinde, kendilerini ezoterizmle ifade ediyorlar. Ezoterizm simgeler vasıtasıyla anlaşma metodudur. Belgesi var mı? Evet, var. 1 dolarlık banknot bunun en bilinen delillerinden biridir. Medya, sinema ve popüler kültür araçlarıyla bize sunulan ezoterik metinlerin hepsindeki ortak nokta, okültist felsefedir. Bunu Eski Mısır’da görürüz, Sümer’de, Pers mitolojisinde, Hint Mitolojisinde, Eski Yunan’da, hepsinde görürüz. Bütün bu kültürlerin bugüne aktardıkları bilgiler, incelendiğinde bize şunu gösterir. Aslında hepsinin hikayeleri büyük ölçüde aynıdır fakat efsanelerdeki kişilerin ve mekânların adları değişmiştir sadece. Verilen ortak mesaj, gökten gelen tanrıların, insanlar üzerindeki hâkimiyeti ve onlara hizmetin gerekliliğidir. Bunlar çoğu zaman ışık taşıyıcı olarak betimlenir. Sanki elitlerin ilahlaştırılması gibi bir durum söz konusudur. Işık getiren, Lucifer’dir. Yani bu, Şeytan’ın adıdır. Olimpos’tan bilginin ışığını çalıp insanlara getiren Prometeus gibi. Sanki yeryüzünde, Cennet’ten kovuluştan beri, iki farklı soyun mücadelesi üzerine kurgulanmıştır her şey.
Habil ve Kabil ilk insanın çocuklarıydı ve kardeştiler. Kabil, Habil’i öldürdü. Ne gariptir ki yeryüzünde dökülen ilk kanı, ilk insanlar dökmüştür. Ve bu, kardeş kanıdır aynı zamanda. O yüzden dünyadaki bu güç mücadelelerine, savaşlara, acımasızlıklara bakınca hep aklıma gelir bu.
– Mevcut ekonomik sistemlerin ve güç dengelerinin gelecekteki hâlini nasıl görüyorsunuz?
Altın ve gümüşe dayalı para basma fikrinden vazgeçilmesiyle, son 40 yıl içinde dünya piyasalarında, giderek büyüyen devasa bir balon oluştu ve bu balon 2008’deki küresel ekonomik krizde patlak verdi. Bunda en büyük etki Mortgage kredilerinin kontrolden çıkmasıydı. Bu alacak kağıtları, dünya piyasalarında, katlanan fiyatlarla çılgınca alınıp satılıyordu. Sonunda yaşanan krizde, dünyada birçok banka battı. Lehman Brothers gibi dev finans şirketlerinin de batması gündeme geldi ama ABD reel karşılığı olmayan milyarlarca doları akıtarak bu şirketleri ayakta tutmayı başardı. Çünkü devlerin çökmesi, sistemin de çökmesi anlamına geliyordu. Ama bunu yaparken de yeni bir balona üflüyorlardı. Size bir örnek vereyim. ABD, 200 yıllık tarihi boyunca 800 milyar dolar para basmış. 2008’den sonra bu rakam 4 trilyon dolara yükseldi. Yani son 6 yılda, 200 yıl içinde bastığı paranın 4 mislini bastı. Mevcut ekonomik sistemi ayakta tutmak için hem ABD’de, hem Avrupa’da, hem de Japonya’da ölçüsüzce para basıldı. Bu da balonu daha fazla şişirmekten başka bir işe yaramadı. Ve bir sonraki patlama öyle büyük olacak ki bütün dünyada yeni bir ekonomik sistemin kurulması ile sonuçlanacak. Türkiye’de Erkan Öz, dünyada Alvin Toffler gibi ünlü ekonomistlerin kitaplarında da bu gerçeğe dikkat çekiliyor. Bunun için öngörülen tarih ise 2020’li yılların başları. Hep beraber yaşayıp göreceğiz.
– Dünyanın geleceğine dair araştırmalarınıza dayandırdığınız başka öngörüleriniz var mı?
Benim dünyanın orta vadede geleceğiyle ilgili öngörüm, para sistemi de dâhil her şeyin teknoloji üzerine kurulacağı yönünde. Bütün yönetimler, yönettikleri insan kitleleri üzerinde kontrol ve tahakküm sahibi olmak ister. Tıpkı George Orwell’in 1984 romanındaki Big Brother gibi. Ve bugün teknoloji bu tür bir tahakkümün uygulanabilirliğinin mümkün olduğunu bize gösteriyor. Artık oraya doğru da gidiyoruz. Şu anda manyetik kartlar kullanıyoruz. Bu kartlarla alışveriş yapıyoruz, kapılardan geçiyoruz, toplu taşımaya biniyoruz. Araçlarımızdaki çiplerle paralı otoyollardan geçiyoruz. Gelecekte bütün bunlar tek bir kartta veya çipte toplanacak. Anahtar bile kullanmayacağız. Yaptığınız her alış veriş, her eylem kayıt altına alınacak. Gittiğiniz yerler bile belli olacak. Zaten şu anda da cep telefonlarımız sayesinde belli. Bütün verilerimizin yüklü olduğu bu enstrümanlar önce gönüllülük esasına dayalı olarak yakında bize sunulacak. Bir süre sonra, bu teknoloji hayatımızın bir parçası hâline gelince de kullanımları zorunlu kılınacak. Ben implant şeklinde yani deri altına yerleştirileceğini düşünüyorum.
Önce şöyle diyecekler: Çocuğunuz kaybolsa, uydudan yerini anında tespit etmek istemez misiniz? Yolculuktayken ağır bir hastalık sebebiyle baygınlık geçirseniz, bütün medikal kaydınızın doktorlar tarafından okunması suretiyle, acil müdahale yapılmasını, hayatınızın kurtulmasını istemez misiniz?
En sonunda zorunlu bir mikroçip sistemi hayata geçirildiğinde, efendileriniz istemezse yemek bile satın alamayacaksınız. Çünkü bütün ekonomi bunlarla yönetilecek. Köleleşmek fikri günümüz insanına uzak geliyor ama aslında tarihin en ağır ve yaygın kölelik sistemi günümüz dünyasında uygulanıyor. En kötüsü, çoğumuz köle olduğunun bile farkında değil. İşte bu, köleliğin en kronik, en tehlikeli hâlidir. Bu çiplerle ilgili şu an hazırladığımız bir belgesel var. Bu konunun içine girince işin ciddiyetinin daha çok farkına vardım. İsveç’te bunun pilot uygulamaları şimdiden yapılıyor. Bence çocuklarımızı bekleyen büyük bir tehlike bu.
Bugünkü hâliyle bile teknolojinin aksamasıyla ilgili büyük bir tehlike hayatımızın içinde ama farkında değiliz. O da elektrik kesintisi. Bir savaş, doğal afet veya herhangi sebepten dolayı uzun süreli elektrik kesintisi yaşadığımızı düşünsenize. Bütün iletişim ve lojistik sistemleri devre dışı kalacak. Marketlere ürün bile gitmeyecek. Kimse para çekemeyecek. Birkaç gün içinde yağmalamalar ve kaos baş gösterecek. Hele bir de bu olay kışın yaşanırsa, birçok kişi soğuktan donarak ölecek. Ama bu duruma en kolay adapte olacak kişiler kırsal bölgelerde yaşayan insanlar olacak. Çünkü şehir toplumları teknolojiye bağımlı bir hayat oluştururken, bunun alternatifini hiç düşünmedik. Birçok apartman dairesinde, en az birkaç oda güneş ışığı almıyor. Nasıl olsa elektrik var diye. Ya olmazsa! Bu çok basit bir örnek. Felaket senaryoları üretmek istemem ama bu durum, nehir kenarına ev yapmak gibi bir şey. Modern insanın en büyük problemlerinden biri, sanal dünyalara dalıp gerçeklikten soyutlanması ve düşünmeyi unutması, belki de.
Kaynak: Ekonomi Gazetesi
http://www.ekonomigazetesi.net/gazeteler/20150822gazete.pdf
Röportaj: Gülşan Kurt
Sayın Hamza Yardımcıoğlu’nun, her makalesi, yazısı gibi; Bu Röporotaşı da harika olmuş. Benim siyasal görüşümü bile etkiledi. zihnimdeki birçok sualin DEÜ karşılığını aldım .
Ancak, her yazısı her verdiği, bilgi bu yazıların, gazetede … kalmasına karşıyım. GÜMÜŞ tür yazılar çok kıyetli. Bir kitap altinda. Toplanıp, ‘Okuyucuya sunulmalı. Kitapı. istetiğimiz zaman tekrar tekar. okuyabilmeliyi. ( Bene şahsen tekrar, tekrar okumak istiyorum.
Bütün emeği geçen herkeze ve bu olonağı gizem /sunduğu için;
Sayın Hamza Yardımcıoğluna, Teşekkuürler.
ÖZÜR ve DÜZELTME telefonun tuşları arızalı bazı sözçükler hatalı olmuş. ( bir harfe basınca bazı isimler cıkmış)
DEÜ. :” de” olacaktı
GÜMÜŞ. : ” bu ” olacaktı.
hamza abi içinde bulunduğumuz durumu özetlemişsin. bu durumların konuşulması bile kaos için yeterli. belgesel programı vardı felaketlere hazırlanan insanları konu ediniyordu. birde bu durumun gerçekleştiğini düşünürsek gerçek felaketi yaşamış olacağız. ben yazdıklarınızında çok rağbet görmemesi düşüncesinede katılmıyorum. sıfır noktası kitabında bazı bilgilerin onu arayanlara belli ölçülerde nasip olduğunu yazmıştınız. neden sorusunu sormayana soramayan hiç kimse yazdıklarınızı okuyamayacakki olması gerekende bu eğer hepimiz neden diye sorabilseydik zaten sizin bunları yazmanıza gerek kalmayacaktı. umarım rabbim size nice bilgi kapılarını daha açr ve sizde bize oralardan penceler açarsınız.