Azerbaycan’la Ermenistan arasındaki savaş 19. gününe girerken karşımızda ikiye bölünmüş bir dünya görüyoruz. Bir taraf teknoloji çağının da sunduğu imkanları doğru kullanarak araştırma zahmetinde bulunmakta ve sonucunda bütün ciddi uluslararası mecralarca kabul edilmiş Azerbaycan gerçekliğini desteklemekte, diğer taraf sormadan sorgulamadan sosyal medya bataklığında sunulan hayali gerçekliklerle yetinerek savaşın ne hukuki, ne kültürel, ne tarihsel boyutunu bilmeden, isteyerek veya istemeyerek ayrılıkçılığı ve terörü desteklemeği seçmektedir. Bu konuya gelmeden bir hatıramı aktarayım.
2014 yılında Ukrayna’da savaşın zirvede olduğu zamanlarda orada alan araştırması yapmaktaydım. Bir hafta sonu bulunduğun Rivne bölgesinden Kiyev’e gitme kararı aldım ve trene bilet aldım. Eski Sovyet ülkelerde trenler yataklıdır ve yolculuklar genelde gece yapılır. Böylece zaman kaybı minimuma iner. Tren Rivne bölgesindeki Ostrog istasyonundan gece saat 01.00’da geçecekti. Neyse trene bindim ve yerimi buldum. Herkes uyumuştu, sessizce yerimi hazırladım ve uyudum. Sabah uyandığımda herkes kalkmıştı. Ben de kalktım ve kupe (Sovyet trenlerinde dört yolculuk seyahat kabini) arkadaşlarımla tanıştım. Orta yaş üstü iki beyefendi benim siyah sakallı olmam ve giyim tarzıyla da kendilerinden farklı oluşumla oralı olmadığımı anladılar. Neyse, tanıştık, Türkiye’de yaşadığımı araştırmacı olduğumu ve Azerbaycanlı olduğumu söyledim. Adamlardan birisi Azerbaycanlı olduğumu öğrenince hemen sordu:
- Sizin bir Dağlık Karabağ sorunu vardı, nasıl şimdi durum?
- Aynı olduğu gibi ‘dondurulmuş çatışma’ haliyle duruyor. Topraklarımız işgalde, dünya sessiz, Ruslar da çözümsüzlükten yana
- Ama Ermeniler o toprakların onların tarihi toprakları olduğunu söylüyorlar?
- Evet, daha çok şeyleri kendilerine mal ediyorlar. Türk mutfağını, Gürcistan, İran, Irak, Türkiye, Rusya topraklarının bazı kısımlarını, peygamberleri, dinleri, müzikleri ve daha neler. Küçük milletler hep bu psikozla irtibatta oldukları kültürlere saldırırlar. Onların ne dedikleri değil de, tarihçilerin, medeniyet araştırmacılarının, hukukçuların ne dediği önemli. Onlar da bu iddiaları hep yalanladılar.
Adam güldü ve dedi:
- Evet, Ermenilerle konuşmak çok zor ‘her şey bizim’ kelimesinden başka bir şey bilmiyorlar. Biliyor musun, ben Karabağ’da savaştım. Sovyet ordusunda keskin nişancıydım.
Burada benim yüzüm asıldı. Artık sohbeti devam ettirmek içimden gelmedi, adama ‘o zaman bizim sohbetimiz burada bitti’ dedim. ‘Neden’ diye sordu, ben de ‘Siz benim halkıma karşı savaştınız, düşmanımla bir olup topraklarımızın işgal edilmesinde yer aldınız’ dedim. ‘Yok hayır, biz orada barış gücünü temsil ediyorduk. Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında etnik çatışmaları engellemek için gitmiştik’ dedi. Ben de ‘ben bir araştırmacıyım, olayların nasıl olduğunu da çok iyi biliyorum. Siz orada Ermenilerin yanındaydınız. Barışı koruma konusunda başarısızlığınızı da söylemeye gerek yok, bugün geldiğimiz nokta ve halkımın yaşadığı katliamlar bunu açık sergilemekte’ dedim.
Adam önce utandı, yüzünü yana döndü, sonra başıyla onaylayarak ‘haklısın’ dedi ve devam etti:
- Ermeniler çok ilginç millet, tabiri caizse renkli insanlar. Başta çok sıcakkanlı, sevecen görünüyorlar, ellerine fırsat geçince de başka insan oluyorlar. Benim çok Azerbaycanlı ve ermeni dostlarım var. Aralarında çok fark var. Bana kalırsa Azerbaycanlılar Ermenilerden daha mert. Sözlerinin arkasında dururlar, güvenilir insanlar.
Kiyev’e vardığımızda trenden inmeye hazırlanırken geldi, cep numarasını bana verdi ‘Adım Vasili İvanoviç. Savcıyım. Kiyev’de bir sorunun olursa çekinmeden arayabilirsin’ dedi. Ama sesinde o kadar mahcubiyet vardı, sanki kusur işlediğini biliyor ve bu mahcubiyetini kaldırmak için ufacık da olsa bir Azerbaycanlıya yardım etmek istiyordu.
Şimdi adamın Ermenileri ‘renkli millet’ diye nitelemesi aklıma 27 Eylül’den bu yana devam eden Karabağ savaşında Ermenistan’ın kirli savaşına karşı hem cephede, hem de diplomaside erdemli bir mücadele veren Azerbaycan tarafı geldi.
Yaklaşık 30 yıllık bir çözümsüzlük boyunca dünyanın her yerinde karşılaştığım Ermenilerin kendilerinden emin, aşağılayıcı, alaycı, muzaffer tutumlarının şahidi oldum. Aktif oldukları her mecrada; bilimde, sosyal medyada, farklı uluslararası platformlarda yüksek sesle Türkleri ve Azerbaycanlıları aşağılayarak, kendileri hakkında ‘yenilmez savaşçı, aslan yürekli kahraman halk’ naraları atarak yıllarca halklarımıza çamur attılar. Bunun yanında kendilerini hep üstün bir ırk olduklarına inandırmaya çalıştılar. Bu kurguyu kuranlar onları, kendilerinin ‘Dünyanın ilk Hıristiyan milleti’ olduğunu, İsa Mesih’in Ermeni köklerinin olduğu, kendilerinin Nuh peygamberin soyundan geldiklerini, Türk ve Azerbaycan mutfağının en leziz yemeklerinin ve musikisinin en güzide eserlerinin kendilerine ait olduğuna inandırdılar. Bu toprakların ‘denizden denize büyük Ermenistan’ olduğunu, buralardan başta Türkler olmakla diğer bütün milletleri kovacaklarını ve bu hayali imparatorluğu kuracakları düşüncesiyle her yeni sabaha uyandılar.
İşte bunun ilk ayağı bir Ermeni devletinin kurulması, ikinci ayağı Karabağ’dı. Gittiğim her yerde tartıştığım her Ermeni bana bu işin bittiğini, Karabağ’ı unutmamızın gerektiğini söyledi bana. Evet, Ermeniler Karabağ meselesinin bitmiş olduğuna canı gönülden inanıyorlardı. 2011’de üniversite öğrencileriyle görüşünde dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ‘Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı siz alacaksınız’ derken aslında aynı bu bakış açısıyla, bu inanmışlıkla söylüyordu. Ermeniler zaferlerinden çok emindiler. Bir gün yenilebileceklerini düşünmek bile istemiyorlardı.
Ve o gün geldi. Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri emin adımlarla çok kısa bir sürede düşmanın en elit birliklerini yok etti. Sağlam adımlarla her cephede düşmana gerçek hezimetin ne olduğunu tattırmakta devam ederken, yıllarca bilenmiş kin, nefret ve adanmışlık yüzünden şaşkına dönen Ermeniler her zamanki ‘mağdur edebiyatına’ dönmeye başladılar. Yıllarca zihinlerine yenilmez, kahraman bir halk olduklarını kazıyanlar bir taraftan dünya kamuoyuna Azerbaycan’a baskı yapmaları için yalvarırken, diğer taraftan askere karşı gelemeyeceklerini anlayınca sivil yerleşim yerlerini vurarak ikiyüzlülükle savaşı devam ettiriyorlar.
Kirli savaşa karşı erdemli bir savaş vermek ne zormuş! Bir taraftan askeri hedeflere karşı kararlılıkla mücadele ederken önünden kaçan düşman, fırsatını bulduğunda sivilleri vuruyor; diğer taraftan aynı düşman, karşısında yenildiği orduya uzaktan yumruk sallayarak tehdit ederken, dünyaya dezenformasyon yayarak adeta kurtarılması için yalvarıyor. Azerbaycan SK sadece askeri hedefleri vururken, çaresiz kalan Ermeniler namertçe hamleler yapıyorlar; olayı bazen dinler savaşına çekiyorlar, bazen ‘soykırımı’ kartını oynamaya çalışıyorlar, bazen de tarihsel histeriye kapılıyorlar. Hem Karabağ üzerinden hem de Ermenistan toprakları üzerinden füze saldırısı gerçekleştirirken, ortada sivillerin cenazeleri, harabeye dönmüş yapılar ve en esası dijital görüntüler varken hayasızca yalanlıyorlar. Ama Azerbaycan tarafı savaş etiğinden asla şaşamaz, küçücük bir hatayla bütün dünya ayaklanır.
Çünkü bu, kirli bir savaş! Ve dünya bu kirli propagandaya inanmayı seçiyor. Evet, bu bir seçimdir. Kirli savaşın bataklığında çamura batma seçimi!
Dr. Behlül Aliyev’in diğer yazılarını görmek için buraya tıklayabilirsiniz.