Türk…
Türkler… Kim bu Türkler? Ah şu çılgın Türkler…
Türkler hakkında tarih boyunca söylenmiş sayısız söz var. Tezler, hipotezler, varsayımlar, övgüler, sövgüler, yergiler, yüceltmeler…
Ancak kesin olan bir şey var: “Türkler olmadan tarih olmaz!”
Gelin, kültürel ve sosyolojik yapının evrimleşmesini anlamak için Türk tarihine doğru kısa bir yolculuğa çıkalım. Ana akım tarihçi ve bilim adamlarının anlatımları ile başlayıp sonrasında çok ama çok farklı mecralara doğru akalım. Türk ulusunu sosyolojik, kültürel ve tarihsel olarak inceleyeceğiz. Ancak makalemizin sonlarına doğru efsaneler, mitoloji ve diğer sözlü anlatımları da dikkate alacağız ki sanırım bazılarını ilk defa duyacaksınız.
Türkler, tarihsel ve kültürel açıdan derin köklere sahip, benzersiz bir topluluktur. Genel bir çerçeveden bakıldığında Türkler, hem tarihlerinden hem de sosyo-kültürel yapılarından gelen bir dizi özellik ve değerle şekillenmişlerdir.
Türkler, (her ne kadar Anadolu için en az 7000 senelik Türk yurdudur diyen Atatürk’ün öncülünde yazılan Türk Tarih Tezi farklı bir bakış açısına sahip olsa da) Orta Asya’dan gelen konargöçer topluluklar olarak, tarih boyunca büyük imparatorluklar kurmuş ve geniş coğrafyalara yayılmışlardır. Konargöçerlikten yerleşik hayata geçişleri, büyük bir esneklik, dayanıklılık ve adaptasyon yeteneğini simgeler. Türkler, tarihleri boyunca birçok farklı kültürle etkileşim kurmuş, bu sayede farklı medeniyetlerle alışveriş yapmışlardır. Bu tarihsel miras, Türklerin kültürel zenginliğini ve çeşitliliğini genel anlamda anlamlı kılar.
Etrafı surlar ile çevrili yerleşim yerlerine “Kent” adı verilmiştir. Her ne kadar “Kent” sözcüğünün Arapça’dan Türkçe’ye geçtiği iddia edilse de Araplar ile kültürel etkileşimden çok daha önce kurulan kadim bazı yer adlarında kullanılıyor olması kelime kökenini tartışmalı hale getirir. Taşkent, Kızılkent, Karakent, Yeşilkent, Başkent gibi şehirler, günümüzde hala kullanılan bazı yer adlarını buna örnek olarak gösterebiliriz. Çok geniş bir coğrafyaya yayılan Türk topluluklarını düşünecek olursak Britanya adasında bulunan Kent isimli bir şehrin var olması da ilginçtir. (Söz konusu şehri Araplar kurmadıysa) Karşımızda tesadüf veya fonetik benzerlikten fazlasının olması oldukça mümkün gözükmektedir.
Türklerin tarihsel olarak bağımsızlıklarına verdikleri önem ve savaşçılık yetenekleri, onları dünya tarihinde güçlü bir şekilde öne çıkaran unsurlardan biridir. Ergenekon destanından Göktürkler’e, Orta Asya’dan Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarına, modern Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar, bağımsızlık ve güç mücadelesi Türk kültüründe daima var olmuştur. Bu olgu güçlü bir ulusal kimlik ve kolektif bilinç sunar. Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluşu gibi olaylar, Türk halkının kararlılığı ve özgürlüğe olan bağlılığının önemli göstergeleridir.
Türkler, geleneksel olarak misafirperver bir toplum olarak bilinir. “Tanrı misafiri” kavramı, yabancıların dahi sıcak bir şekilde karşılanması gerektiği düşüncesini yansıtır. Çok farklı disiplinler açısından, bu sosyal bağlar ve misafirperverlik anlayışı kültürel bir özellik olarak analiz edilebilir. Aynı şekilde, yardımlaşma ve dayanışma Türk toplumunda önemli bir yere sahiptir; bu da toplumsal birlik ve beraberlik duygusunu güçlendiren bir unsurdur.
Günümüzde Dünya üzerindeki Türklerin büyük bir kısmı Müslüman’dır, ancak tarih boyunca tek tanrılı dinleri seçmişler, farklı dinlere mensup topluluklarla bir arada yaşamışlar ve bu çeşitlilikten beslenmişlerdir. (Rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun dediği gibi, Türkler hiçbir zaman taşı yontup tapmamıştır) Osmanlı İmparatorluğu, bu dini hoşgörünün en önemli örneklerinden biridir. Türklerin din ve inanç yapılarının toplumsal düzen üzerindeki etkilerini analiz ederken, bu çeşitliliğin getirdiği kültürel zenginlikleri ve sosyal yapıyı göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Farklı bir bakış açısı olarak, Kuran-ı Kerim, Âl-i İmrân suresinin 19. ayetinde geçen “İnne-ddîne ‘inda(A)llâhi-l-İslâm” yani “Hiç şüphesiz, Allah katında (tek ve gerçek) din İslam’dır” sözünü dikkate alırsak Hz. Âdem’den beri gelmiş geçmiş tüm dinlerin kökeninin İslam olduğu ortaya çıkar. Bu bağlamda Türklerin Kök Tengri inancı kökeninin de İslam olduğunu düşünebiliriz. Muhtemel bir veya birkaç peygamber tarafından Türk toplumuna da tebliğ edilen İslam inancı Tanrı kavramının doğmasına ve günümüze kadar gelmesine vesile olmuştur. Bu durum son İslam peygamberi olan Hz. Muhammed sonrasında ise Türklerin kitleler halinde Müslüman olmasının önde gelen sebeplerinden birisi olarak göze çarpar.
Kök Tengri inancı ile ilişkilendirilen ve/veya “tahtaya 3 kere vurma, ekmeğe saygı, ağaçlara çaput bağlama, gelinlerin beline bağlanan kırmızı kuşaklar, loğusa kadınlarının kırmızı giyinmesi” vs. vs. gibi Kam adetlerinin hala kültürümüzün içinde yer aldığını da unutmamak gerekmektedir. Türk İslam sentezi, Arap ve Farisiler gibi diğer Müslüman toplumlardan farklılık gösterir. Ayrıca semavi kutsal kitaplarda ilk insan olarak anlatılan Hz. Âdem, Adam, Atam kelimelerindeki fonetik ve etimolojik benzerlik de ayrı bir makale konusu olarak da dikkati çeker.
Türk kültürü, zengin bir edebiyat, müzik ve sanat geleneğine sahiptir. Türklerin yaratıcı zekâlarını, estetik anlayışlarını, özellikle halk müziği, destanlar, Divan edebiyatı ve modern Türk edebiyatındaki ifadeleriyle yorumlanabilir. Orta Asya’dan taşınan destanlar, Yunus Emre’den Nazım Hikmet’e kadar uzanan şairler, bu kültürel mirasın bir parçasıdır.
Türkçe, yapısal ve etimolojik açıdan ilginç bir dildir. Özellikle sondan eklemeli yapısı ve zengin kelime üretebilme yeteneği, dilsel, sosyolojik, etimolojik, etnografik ve tarihsel açıdan üzerinde çalışılabilecek geniş alanlar sunar. Türkçenin kullanımı, halkın düşünme biçimlerine de ışık tutar. Deyimler, atasözleri ve şiirsel ifadeler, dilin kültürel yansımaları açısından önemlidir. Günümüzde kullanılmayan, hatta henüz var olmayan, daha önce hiç düşünülmemiş bir olgu, nesne, duygu veya teknolojik ürün için üretilmesi gerekli olan isim veya sıfat şimdiden Türkçe içinde kök olarak (hatta çok uzun süredir) yer almaktadır. (Örneğin 300 sene sonra kullanılacak bir materyalin ismini üretmek için gerekli kök kelime belki de 300.000 sene öncesinden dil içinde günümüze ve geleceğe miras kalmıştır.)
Türk toplumu, özellikle 20. yüzyılda Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte modernleşme yolunda büyük adımlar atmış olsa da, geleneksel değerlerine bağlıdır. Atatürk devrimleriyle batılılaşma yönünde ilerlerken, köklü kültürel ve dini gelenekler de korunmuştur. Bu iki farklı eğilimin (modernlik ve geleneksellik) Türk toplumundaki dengesini dikkate almadan bu toplumu anlamak imkânsızdır. Türkler, (her ne kadar özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasından itibaren Anglosakson kültür emperyalizmi başta olmak üzere çeşitli iç ve dış etkilerle yozlaştırılmaya çalışılmış olsa da) hem çağdaş dünya ile bütünleşmiş hem de kendi kültürel miraslarını korumayı başarmış bir topluluk olarak dikkat çeker.
Türk toplumu için aile, en temel sosyal birimdir ve büyük bir öneme sahiptir. Geleneksel aile yapısı, toplumsal roller ve değerler üzerine kuruludur. Bu aile yapısının Türklerin toplumsal ilişkilerine, değerlerine ve bireysel davranışlarına yön vermiştir. Aile içi dayanışma, özellikle zorlu zamanlarda bir araya gelme kültürü Türklerin sosyal yapısında güçlü bir yere sahiptir.
Türkler, tarihsel, kültürel ve sosyal açılardan zengin bir topluluk olarak öne çıkar. Hem geçmişlerinden getirdikleri güçlü miras hem de modern dünyayla uyumları, onları anlamak açısından derin ve çok katmanlı bir bakış açısı gerektirir.
Türkleri anlamak için tarihe bakmak yeterli mi? Deneyelim.
Klasik anlatıya göre Türklerin bilinen ilk tarihî ortaya çıkışı, Orta Asya bozkırlarında yer alan ve MÖ 3. yüzyılda yaşamış olan Xiongnu (Hun) Konfederasyonu ile ilişkilendirilir. Çin kaynaklarına göre, Türklerin ataları, büyük bir göçebe savaşçı topluluğu olarak Orta Asya’nın geniş bozkırlarında yaşamış ve çevredeki büyük uygarlıklarla, özellikle de Çin ile sürekli çatışmalar ve ticari ilişkiler kurmuştur. Daha sonra, 6. yüzyılda Göktürk Kağanlığı, Türk adıyla tarih sahnesine çıkarak İpek Yolu üzerinde büyük bir hâkimiyet kurmuş ve Türk kimliğini belirginleştirmiştir. Göktürkler, yazılı tarihte bilinen ilk “Türk” adını taşıyan devleti kurmuş ve Orhun Yazıtları gibi önemli yazılı belgeler bırakmıştır.
İlber Ortaylı’ya göre, Türklerin ilk ortaya çıkışı, yine tarihsel ve bilimsel verilere dayanarak Orta Asya‘ya yerleştirilen göçebe toplumların kökenlerine dayanır. Ortaylı, Türklerin tarih boyunca farklı kültürlerle kaynaşarak büyük bir medeniyet inşa ettiklerine dikkat çeker. İlber Bey, bu süreci bilimsel verilerle ve sağlam tarihsel kaynaklarla desteklemeye özen gösterir ve daha çok ana akım tarih yazımına bağlı kalır.
Nihal Atsız’a göre ise Türklerin tarihi, kadim ve destansı bir geçmişe dayanır ve bu tarih çok eski zamanlarda başlar. Atsız, Türklerin kökenini tarih öncesi çağlara kadar götüren, mitolojik ve efsanevi bir bakış açısını benimser. Ona göre, Türklerin tarihi yalnızca Orta Asya’da bilinen ilk yazılı kaynaklarla değil, çok daha eski dönemlerle, hatta destanlarla iç içedir.
Atsız, “Bozkurtların Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor” gibi eserlerinde, Türklerin kökenlerini, eski Türk mitolojisine dayandırarak ve Ergenekon Destanı gibi efsaneleri merkeze alarak, Türklerin tarihinin kadim bir geçmişe dayandığını savunur. Türklerin, tarih sahnesine büyük bir millet olarak ilk kez çıktıkları dönem, ona göre Hun İmparatorluğu ve onun öncesindeki kadim göçebe topluluklara dayanır. Bu bağlamda Türk tarihi, Atsız’ın bakışında Orta Asya bozkırlarının derin geçmişi ile başlar ve Xiongnu (Hunlar) dönemine kadar uzanır. Türklerin kökeni ise, Türk mitolojisinin destansı unsurlarıyla iç içe geçmiş bir tarih olarak tasvir edilir. Atsız, Türk milletinin çok eski bir geçmişe sahip, kadim bir ırk olduğunu vurgular ve Türk tarihini efsanelerle zenginleştirerek, onların dünya tarihindeki yerini yüceltir.
Muazzez İlmiye Çığ ise, “Türklerin tarihi çok daha eski dönemlere, özellikle Sümer uygarlığına kadar uzanır” der. Sümerolog olan Çığ, Türklerin kökenleri ile Sümerler arasında güçlü bağlar olduğunu savunur. Ona göre, Sümerler ve Türkler dil, kültür ve bazı toplumsal yapılar açısından benzerlikler gösterirler. Çığ, Türklerin tarihinin sadece Orta Asya’ya dayandırılamayacağını, Sümerlerin Türklerle ortak bir geçmişe sahip olabileceğini ileri sürer.
Muazzez Hanım, Sümerler ile Türkler arasındaki benzerlikleri özellikle dil ve mitoloji üzerinden analiz eder. Sümer dilindeki bazı kelimelerin Türkçedeki kelimelere benzerlik göstermesi ve Sümer mitolojisi ile Türk mitolojisi arasında paralellikler bulunması, onun bu tezi desteklemek için öne sürdüğü argümanlar arasındadır. Bu perspektife göre, Türklerin tarihî kökeni Mezopotamya‘ya, hatta insanlık tarihinin bilinen en eski medeniyetlerinden biri olan Sümerlere kadar gitmektedir. Bu bakış açısı Atatürk’ün önderlik ettiği “Türk Tarih Tezine” de oldukça benzerlikler gösterir.
Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın eserlerindeki anlatıma göre, Türklerin kökeni resmi tarih yazımından çok daha eskiye dayanır ve kadim çağlarla ilişkilendirilir. Türkkan, Türklerin kökenini dünya tarihinin başlangıcına ve Atlantis, Mu gibi kayıp kıtalara dayandıran teorilere de yer verir. Ona göre, Türkler, dünya üzerinde bilinen ilk medeniyetleri kuran kadim bir halktır. Türklerin ortaya çıkışı, klasik tarihî anlatıların çok ötesinde, insanlık tarihinin en eski dönemlerinde, hatta Mu Kıtası gibi gizemli efsaneler ile bağlantılı olarak başlar. Türkkan, Türklerin kökenini kozmik ve ezoterik bilgilere dayandırır ve bu halkın sadece bir etnik grup değil, dünya uygarlıklarını şekillendiren kadim bir topluluk olduğunu savunur. Bu anlatılara göre Türklerin tarihi, modern tarihin ötesinde, mitolojik ve kadim çağlarda başlar; Türkler, insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri var olan bir millet olarak tasvir edilir.
Atatürk’ün öncülük ettiği Türk Tarih Tezi‘ne göre, Türklerin ilk ortaya çıkışı, insanlık tarihinin en eski dönemlerine, yani tarih öncesi çağlara dayanır. Bu tez, Türklerin kökenlerini Orta Asya’da sınırlı bir alanla değil, geniş bir coğrafyayla ilişkilendirir ve Türklerin medeniyet kurucu bir halk olarak dünya tarihinin birçok önemli uygarlığında rol aldığını savunur.
Bu teze göre, Türkler Orta Asya’dan göç ederek, Mezopotamya, Anadolu, Hindistan, Mısır ve hatta Avrupa gibi çeşitli bölgelere yayılmış ve buralarda medeniyetlerin kurulmasında etkili olmuşlardır. Türk Tarih Tezi, Türklerin sadece Orta Asya bozkırlarının göçebe halkı olmadığını, aynı zamanda kadim dönemlerden itibaren tarım, ticaret ve şehirleşmeye dayalı uygarlıklar kurduklarını vurgular. Bu bağlamda, Türklerin ilk ortaya çıkışı, tarih öncesi çağlara kadar götürülmekte ve onların, dünya kültür ve medeniyetinin kurucuları arasında yer aldığı iddia edilmektedir.
TRT’de yayınlanan ve Servet Somuncuoğlu’nun hazırladığı belgesellerde, özellikle “Taştaki Türkler” ve “Tamgaların göçü” gibi yapımlarda, Türklerin tarihi çok daha eski dönemlere, özellikle Orta Asya’nın kaya resimleri ve petroglifler ile ilişkilendirilerek anlatılır. Bu belgesellerde Somuncuoğlu, Türk tarihini yazılı kaynakların çok öncesine, yontma taş devri ve bronz çağına kadar geri götürmektedir. Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinde bulunan kaya resimleri, binlerce yıllık semboller ve damgalar üzerinden Türklerin çok eski dönemlerden beri bu bölgelerde yaşadıklarını ve kültürel izler bıraktıklarını savunur.
Somuncuoğlu’nun belgesellerinde işlediği temel iddia, bu kaya resimlerinde bulunan figürlerin, damgaların ve sembollerin, Türk kültürü ve inanç sistemi ile doğrudan bağlantılı olduğudur. Bu resimler, sadece yerel halkların değil, aynı zamanda Türklerin atalarının da bu coğrafyada binlerce yıl önce yaşamış olduklarını gösterir. Bu anlatımlarda, Türklerin tarihinin, bilinen yazılı tarih öncesine, belki de on binlerce yıl öncesine kadar uzandığı vurgulanır. Somuncuoğlu’nun belgesellerinde, Türklerin tarihi kaya resimlerine ve damgalara dayanarak en az 10.000 yıl öncesine kadar götürülmekte ve bu köklü geçmiş Orta Asya’nın bozkırları ve dağlarında aranarak Türk tarihine mistik ve kadim bir boyut katılmaktadır. (Rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun belgesellerinde Yusuf Halaçoğlu, Ahmet Taşağıl, Haluk Şükrü Akalın, Yaşar Çoruhlu, Yücel Şenyurt, İsmail Doğan, Mustafa Aksoy, Cengiz Saltoğlu, Atakan Akçay gibi isimler danışmanlık yapmıştır.)
Şimdi… Akademi dünyasından çıkıp biraz da farklı mecralarda Türk Tarihinin izlerini arasak mı? Yalnız baştan söyleyelim, safsata, komplo teorisi, saçmalık diye adlandırılacak birçok farklı anlatı söz konusu… Gelin o zaman, hikâyenin ilginç kısımlarına geldik bile.
Ana akım tarihçilerin ve bilim adamlarının çizdiği resmi tarih dışındaki kaynakları dikkate alarak, efsaneler, mitolojiler ve komplo teorileriyle yaklaşıldığında Türklerin tarihi çok daha eski ve mistik bir zaman dilimine uzanır. Bu tür anlatılar, Türklerin kökenlerini mitolojik çağlara ve gizemli uygarlıklara bağlar. İşte bu perspektiflerden bakıldığında Türklerin tarihinin başlatıldığı bazı ilginç teoriler ve anlatılar neler olabilir acaba?
- Türk Mitolojisinde Kök Tengri ve Ergenekon
Türk mitolojisi ve efsaneleri, Türklerin başlangıcını çok eski zamanlara, Kök Tengri inancına ve yaratılış mitlerine dayandırır. Özellikle Ergenekon destanı, Türklerin kökenlerine dair mistik bir anlatı sunar. Bu destana göre, Türkler büyük bir felaketten kurtulup Ergenekon vadisine sığınmış ve burada yeniden çoğalmış bir millettir. Ergenekon’dan çıkış, demir dağların eritilmesiyle olur; bu, yeniden doğuşun ve dirilişin sembolüdür. Bu tür mitolojik anlatılar, Türklerin tarihini ve kökenini çok eski, belirsiz dönemlere dayandırır. (Kuran’daki Kehf Suresinde yer alan Zulkarneyn kıssası ile benzer anlatımlar dikkati çekmiyor mu?) Muhtemelen bu anlatılara çoğumuza tanıdık gelmiştir. Devam edelim mi?
- Atlantis ve Mu Kıtası Teorisi
Komplo teorisyenleri ve alternatif tarih araştırmacıları, Türklerin kökenlerini Atlantis ya da Mu gibi kayıp kıtalara bağlayan görüşler ortaya atmışlardır. Mu Kıtası teorisi, ilk olarak James Churchward tarafından ortaya atılmış ve bu kıtanın Pasifik Okyanusu’nda bulunduğu ve M.Ö. 70.000 civarında battığı iddia edilmiştir. Churchward’a göre, Mu Kıtası’nın halkı, dünya genelinde medeniyetin tohumlarını atmışlardır ve Türklerin de bu kıtayla bağlantılı olduğu ileri sürülmüştür. Hatta bazı teorilere göre, Göktürk yazıtlarındaki semboller, Mu Kıtası’nın diline benzer işaretler taşımaktadır. Bu görüş, Türklerin kökenlerini insanlık tarihinin en eski dönemlerine ve kayıp medeniyetlere dayandırır.
Bu söylenceler son zamanlarda çok popüler oldu. Ancak kanımızca Churchward’ın anlatımlarında yoğun masonik ögelerin kullanımı oldukça fazla spekülasyon ve manipülasyon içerir. Kökenlerini arayan batı toplumunun da Kayıp Kıta Mu anlatısına eklenmesi ise düşündürücüdür. Dünya üzerindeki en ilkel ve (neredeyse) kuralsız dil ailesine sahip batı toplumlarının köklerinin, Türkçe gibi mükemmel bir matematik ve ahenge sahip dil kullanan halk ile aynı gösterilmesi çok da inandırıcı değildir.
- Türklerin Kozmik Kökeni
Türk mitolojisinde ve bazı ezoterik anlatılarda Türklerin kökeni, sadece yeryüzüyle sınırlı değil, kozmik bir varoluşa dayanır. Kök Tengri inancı, Türklerin kökenlerini göksel bir varlığa ve kutsal bir başlangıca dayandırır. Bozkurt efsanesi, Türklerin atalarının kurtlarla (bozkurt) ilişkili olduğunu ve bu kurtların onları zor zamanlarda kurtarıp yönlendirdiğini anlatır. Kurt, Türkler için kutsal bir varlık olarak kabul edilir. Bu anlatılar, Türklerin “göksel” bir halk olduğu düşüncesini güçlendirir ve onları diğer insan topluluklarından ayırır. (Türklerin Bozkurt efsanesi ile Roma öncesi hüküm süren Etrüksler ile neredeyse aynı olması konusu da oldukça ilginçtir. Ord. Prof. Reha Oğuz Türkkan’ın bu konudaki anlatımını incelemenizi tavsiye ederiz.)
- Anunnakiler ve Sümerlerle İlişki
Bazı alternatif tarih anlatılarına göre, Türklerin kökeni Sümer uygarlığına kadar gider ve Sümerler ile Türklerin akraba oldukları öne sürülür. Özellikle Anunnaki teorileri bu bağlamda dikkate alınır. Anunnakiler, Sümer mitolojisinde yeryüzüne gelen tanrılar olarak bilinir ve bazı komplo teorisyenleri, bu varlıkların insanlık tarihinde büyük bir etkiye sahip olduğunu ve Sümerlerin, Anunnakilerle doğrudan ilişki kurduğunu iddia eder. Bu teoriye göre, Türkler, Anunnaki soyundan gelen, yani insanlığa kadim bilgileri aktaran seçkin bir topluluktur. (Bu konuda da birçok bilgi kirliliği ve spekülasyon söz konusu… Bilgi ve tezlerine değer verdiğim sevgili dostum Hamza Yardımcıoğlu’nun kitapları anahtartv’deki yazı ve videoları, Youtube’da bulabileceğiniz program kayıtları olaylara farklı bir perspektiften bakmanızı sağlayacaktır.)
- Turan Ülkesi ve Kadim Türk Uygarlığı
Turan kavramı, genellikle Türklerin tarih öncesi toprakları olarak bilinir ve İran mitolojisi ile destanlarında geçer. Bazı anlatılarda, Turan halkı, İskitler (Sakalar) gibi kadim Türk halkları ile özdeşleştirilir. Bu anlatılarda, Turanlılar uzun zaman önce yeryüzünde büyük bir uygarlık kurmuş, kadim bilgilere sahip bir halktır. Hatta bazı teorilere göre, Turan halkı, bugünkü dünya medeniyetlerinin temelini atmış ve kadim bilgilerle insanlığa yol göstermiştir. Bazı anlatılarda ise Kuran’ı Kerim’de de bahsi geçen Tur dağı ve Tur peygamber ile bağlantılardan söz edilir. (Tur, Türk, Etrüks, Trak ve hatta Kürt vs kelimelerindeki fonetik, etimolojik, sosyolojik, coğrafi ve tarihsel bağların daha da derinlemesine incelenmesinde fayda olduğunu düşünüyoruz)
- Masonik ve Gizli Cemiyetlerle İlişkilendirilen Türk Tarihi
Türk tarihi, bazı komplo teorilerinde kadim örgütler, ,gizli cemiyetler ve hatta masonik yapılarla da ilişkilendirilir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında masonlukla ilgili teoriler sıkça dile getirilmiştir. Bu anlatılara göre, Türkler, dünyayı yöneten gizli güçlerle bağlantılıdır ve bu güçler aracılığıyla dünya siyasetine etki etmişlerdir. Bazı iddialar, Türklerin kadim bir “gizli bilgi”ye sahip olduğu ve bu bilginin belirli çevreler tarafından saklandığını ileri sürer. (Gizli yapılanmaları Aydınlık oğulları ve Karanlık oğulları isimleri ile genelleyecek olursak Türklerin hangi tarafta olduğunu tahmin edebilirsiniz. Derin Devlet, Deruni Devlet,Aksakallılar, Aksaçlılar, Hilal’in Şovalyeleri gibi bir çok enteresan oluşumun ismi akıllara gelse de unutulmaması gereken tek bir gerçek vardır: “Gizli olanın ismi de olmaz”)
- Türklerin Uzaylılarla Bağlantısı
Bazı uçuk komplo teorileri, Türklerin aslında dünya dışı varlıklarla (uzaylılar) bağlantılı olduklarını iddia eder. Bu teorilerde, özellikle eski Türk mitolojisinde geçen göksel unsurlar ve Kök Tengri inancı, uzaylı ziyaretçilerle ilişkilendirilir. Bu anlatılara göre, Türkler dünyaya kozmik bir görevle gönderilmiş bir topluluktur ve uzaylı varlıklarla bağlantılı bir geçmişe sahiptirler. Bu nedenle, kadim Türk bilgeliği ve mitolojik anlatılar, insanlık tarihinde özel bir rol oynar. (İspanya Gizli Servisi CNI’nin 2003’te yayınlanan gizli raporunda, uzaylıların Türkçe benzeri bir dil konuştuğu iddiası yer almıştı. Antik Çin kaynaklarında Türkler için “Gökten gelen şerefli insan” tabiri olduğu iddiası da oldukça eğlenceli ve şaşırtıcıdır.)
- Kadim Türk Yazıtlarının Şifreli Bilgiler İçerdiği İddiası
Bazı araştırmacılar, Göktürk Yazıtları gibi kadim Türk yazıtlarının sadece tarihsel değil, aynı zamanda ezoterik ve gizli bilgiler içerdiğini öne sürer. Bu teorilere göre, yazıtlardaki semboller ve dil, yüzeyde göründüğünden çok daha derin anlamlar taşır ve kadim uygarlıkların gizli bilgilerini aktaran bir şifreleme sistemidir. Bu bağlamda, Türklerin yazılı tarihinin çok daha eski ve kadim uygarlıkların bilgilerine dayalı olduğu iddia edilir.
Sonuç: Türk Tarihi, Mitler ve Gizemler İçinde Başlar
Efsaneler, mitolojiler ve komplo teorileri Türklerin tarihini insanlık tarihinin en eski dönemlerine ve kadim uygarlıklara dayandırır. Bu tür anlatılar, Türkleri sadece bir halk ya da etnik grup olarak değil, kadim bilgelik ve özel bir misyona sahip bir topluluk olarak gösterir. Klasik tarih anlatımı ile örtüşmeyen bu tür hikâyeler, Türklerin kimlik ve kökeni üzerine farklı bir bakış sunar, ancak ana akım bakış açısına göre bilimsel olarak doğrulanabilir değildirler. Yine de, bu anlatılar Türk halkının zengin mitolojik ve kültürel mirasını daha derin ve anlamlı kılar.
Günümüzde ortaya çıkan son bulgular, arkeolojik keşifler ve yapılan araştırmalar sonrasında ana akım olarak adlandırılan, klasik tarih tezlerine olan inancı oldukça sarsmış durumda. Gelecekte muhtemelen insanlık tarihi en baştan tekrar yazılacak. Ancak bu sefer gerçek insanlık tarihi ortaya çıkabilecek mi? Bilmiyoruz.
Peki, gerçek Türk tarihi? O da meçhul… Farklı fikirlere açık olup, bize sunulan “doğruları” her zaman için sorgulayıp gerçeği arama sevdasında mücadele etmemiz boynumuzun borcu gibi gözüküyor. Yazılı kaynaklar gün yüzüne çıkana kadar sözlü eserlerimiz içinde ucu bucağı olmayan yolculuklara çıkmak ise sonu belli olmayan bir maceradan farksız gibi gözüküyor. O zaman… Buyurun, dilerseniz Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı bir şiir ile yazımızı sonlandıralım.
Sevgi ve saygılarımla
Emre Gürcan
04.10.2024
Kadıköy
Hakikat nerede?
Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karartıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal Atatürk