Yazar: 14:32 Analiz, Manşet Haberler • 5 Yorum

17 Aralık ve Kopuş Hareketi

 

 

17 Aralık operasyonu sonrasında ortaya çıkan toz duman arasından, sapla saman bir birine karışmış görünüyordu. Gerçi BASİRET ve FERASET tepesinden bakıldığında tablo oldukça netti. AK Parti iktidarının ilk başladığı günden bu yana içeriden ve dışarıdan hile, desise, saldırı, operasyon, suikast eksik olmadı. Ancak günlük yaşantısına dalmış saf ve masum halk açısından durum oldukça çetrefildi. Birkaç gün aradan sonra toz bulutu biraz açılmaya başlayınca durum anlaşılmaya başladı. İddia edilen bütün suçlamalara birer birer cevap verilmeye başlandı. Ne kadar doğru ne kadar yalan, ortaya çıkacaktır. Tabi ki herkesin ikna olması mümkün değil, en azından “istemezük” ve “gezizekalı” taifesinin…

 

Cemaatin Tutumu:

 

Burada esas önemli olan cemaat denilen, dininde namazında ehl-i İmanın takınacağı tavırdır. Hemen şunu söylemek gerekir ki körü körüne lideri/imamı/hocasının peşinden at gözlüğüyle hareket edenlerin olduğu bir gerçek. Oran nedir onu da göreceğiz. Oysa cemaatin kurucusu Said Nursi bile “Benim sözümü dinleyin, Kuran’a ve dine aykırı bir şey varsa duvara vurun” demiştir.

 

Her şeyden önce bir Müslümanın, diğer bir Müslüman kardeşi için hüsn-ü zan etmesi gerekir. Aksi ise -hocanın tabiriyle “hafazanallah”- iftira veya gıybet olacaktır. Bu temel bir kaidedir. Şeriat ya da modern hukukta da temel kaide “beraat-i zimmet asıldır” yani suçu ispatlanana kadar herkes masumdur, suçsuzdur. Diğer bir temel kaide de “Müddei, iddiasını ispatla mükelleftir”; iddia makamı, suçu isnat eden bunu ispat etmeli, edemezse zanlılar “masumiyet karinesi” denilen diğer temel bir kaide gereğince suçsuz demektir. Kısacası ortada bir iddia var ancak zanlılar şu an için suçlu, hırsız, rüşvetçi vs. ilan edilemez.

 

Hele ki; Allah Teala Kuran’da bu konuda kıyamete kadar hüküm sürecek o yüce uyarısını yapmış: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” ﴾Hucurat 6﴿

 

Yaşanan olaya bakıldığında ise çok enteresan olarak cemaat medyası, tankı tüfeğiyle topyekun koro halinde hırsızlar ve soyguncular modunda ilerlemeye devam ediyor. İktidarı doğrudan hırsızlık ve hırsızlığı örtbas etmekle suçluyorlar. Burada İslamlık iddiasında ve ilim sahibi biri olan cemaatin liderinin temkinli olması ve hüsnü zan etmesi gerekmez mi? Ayette hitabın doğrudan İman edenlere olması dikkat çekici. Dini, yaşamlarının merkezine almamış ve böyle bir iddiası olmayanlara denilecek tek şey modern hukuk diliyle “suçu ispatlanana kadar herkes masumdur”. Gelelim ayette doğruluğunun araştırılması istenen habere: Bir savcı yolsuzluk, rüşvet ve de hırsızlık iddiasında bulundu; bu haberin yani iddianın doğruluğunun araştırılması yani ispatlanmasını beklememiz gerekmez mi? Çünkü sonunda pişman olmak da var ki bu durumda iftira edilmiş olunacak.

 

Cemaat daha düne (One Minute-Mavi Marmara olayına) kadar hoca efendi ve cemaati, Erdoğan’a ve AK Partiye methiyeler düzüyor ve var güçleriyle destek veriyorlardı-. Oysa bugün?

 

Operasyonun Başlaması

 

Operasyonun arka planını incelediğimizde yaklaşık 14 aydır yürütülen soruşturmanın operasyon kararının, 2 Aralık günü alındığını, 3 ayrı konu ve suçlama içeren dosyaların birleştirildiğini görüyoruz. Aradan geçen 15 günlük sürede ise baskınlara ilişkin hazırlıklar yürütülmüş.

 

Bu tarih çok önemli çünkü 1 Aralık 2013 günü, Türkiye için dershane tartışmalarına nokta konulduğu gündü. Taraf gazetesi 28 Kasım’da MGK belgesini yayınlamış, ertesi akşam Fethullah Gülen’in ‘kolum kanadım kırıldı’ açıklaması 1 Aralık’ta Zaman’da yayınlanmıştı. Aynı gün Başbakan Erdoğan da dershanelerle ilgili kesinlikle geri adım atılmayacağını ilan etmişti. İşte bu krizin zirve yaptığı ve dershane restinin çekildiği günün ertesinde operasyon için düğmeye basılmıştı. Üç ayrı dosya TOKİ, Halkbank ve Fatih Belediyesi dosyaları için ortak operasyon başlatılmıştı..

 

Neden ve nasıl başladı bu fitne?

 

AK Parti iktidarının göreve başladığı günden itibaren Gülen cemaati Erdoğan’ı destekledi. Hele hele 12 Eylül referandumunda zirve yaparak “mümkün olsa mezardakileri de kaldırıp Evet dedirtsek” noktasına gelmiş, yurt dışındaki cemaat mensupları uçaklarla İstanbul’a gelmiş oy kullanarak geri dönmüşlerdi.

 

Bugün yaşanan yol ayrımını başa doğru sardığımızda ilk net kırılmanın Mavi Marmara olayında yaşandığını görüyoruz. Mayıs 2010’da Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisi, İsrail’in saldırısına uğramıştı ve 9 Türk vatandaşı şehit olmuştu. F. Gülen bu vahim olaydan sonra IHH’nin Israil’den izin  almamasını eleştirmiş ve “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” demişti. Bu, büyük kopuşun işaret fişeğiydi. Ardından KCK dosyası, Hakan Fidan olayı ve dershanelerin kapatılması tartışmasında Hoca efendinin ‘Nemrut, Firavun, Karun” benzetmeleriyle son bulmuştu. Yukarıda belirttiğimiz gibi 3 ayrı dosyanın bir araya getirilerek “algı operasyonuna” dönüştürülmesi ile ipler tamamen kopmuş durumda. Geriye doğru yaşananlara baktığımızda ve Gülen medyasına göz attığımızda; bir duraktan (bilerek bu ifadeyi kullandım, çünkü 1980 öncesi evveliyatı var) ortaklaşa yola çıkılmış ancak bir yerden sonra gittikçe birbirinden uzaklaşan iki araç görmekteyiz.

 

Peki neden bunlar yaşandı:

 

İslam tarihine dönüp baktığımızda birçok cemaat ve tarikatın bu tür kırılma ve sapmalar yaşadığını görüyoruz. En başta Mutezile, Hariciler, Şia ve aşırı gruplar vs. hep doğru yol üzereyken çok aşırı ve önlenemez sapmalar yaşamıştır.

 

Nur hareketi, “imanı kurtarmak” olarak özetlenebilecek bir felsefeyle yola çıkmış ve hiçbir zaman otoriteye başkaldırmamıştır. Gülen cemaati de son yıllara kadar -ki bunu da AK Partili yılların başına kadar- ülke içinde çalışmalar yürüten bir hareket olarak hiçbir zaman ne devlete ne de hükümetlere ters düşmemeye özen gösteren bir politika izlemiştir. O kadar ki 12 Eylül, 28 Şubat darbecilerine bile güzellemeler yapmışlardır. Gazete ve internette küçük bir dolaşmak yeterli bilgi bulgu verecektir. Sağlı sollu bütün hükümetlerle uyumlu davranmış o kadar ki başörtüsü/tesettür konusunda bile bütün İslami gruplara ters düşerek “teferruattan” diyerek açılmasına cevaz vermişlerdir.

 

Ne oldu da otoriteye başkaldırıldı?

 

F. Gülen hoca efendi, evladı iyali olmayan, kendi adına kayıtlı –sanırım- hiçbir mal varlığı olmayan bir zat. Ancak milyonlara varan seveni ve bunların hükmettiği milyar dolarlık şirket ve sermayeler olduğu da bir gerçek. Bugün yurt dışında 200’e yakın ülkede okullar ve buna bağlı olarak oluşan binlerce şirket, yurt içinde küresel sermaye ile kol kola girmiş binlerce şirket, grup ve milyarlarca dolar sermeye oluşmuş durumda.

 

Başta dediğimiz gibi genelde Nur hareketi özelde de Gülen hareketi otoriteye uyum ve itaat üzerine hareket edegelmiştir. Ancak hangi otorite? Evet, yurt içindeyken içerideki otorite yani devlet/hükümet… Fakat yurt dışında ise -biraz yukarıda açıklamaya çalıştığımız milyarlarca dolarlık yatırım ve projeler söz konusu olduğundan- küresel sermaye, ki bunu elinde bulunduran Yahudi lobisi ve dolayısıyla İsrail ve Neocon yapılar ön plana çıkıyor. Bunun işaretlerini de Mavi Marmara olayında ve buna bağlı gelişen hükümet/AK Parti ile İsrail çekişmesi, nihayetinde gezi olaylarında gördük. Son bir yıldır sürekli tırmanan ayrılık rüzgarlarını ve Gülen medya organlarında Erdoğan’ı yerli ve ecnebi muhaliflerin jargonuyla eleştirmelerini izliyoruz. Netice itibariyle küresel ölçekte adımlar atan ve yatırımlar yapan cemaat, bunları riske etmemek için Erdoğan ve hükümetine karşı güç birliği yapanlara boyun eğmiştir. Tıpkı Abdullatif Şener ve Erkan Mumcu olayında olduğu gibi “bu hükümet yıkılacak, Erdoğan gidecek” gibi halisünasyonların kendilerine gösterilmesi suretiyle, “çöken binanın altında kalmayın” uyarılarını dikkate almışlardır.

 

Oysa yukarıda da dediğimiz gibi dinini hayatının merkezine almış biri ve cemaati için diyebileceğimiz söz “İyi bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitneden/imtihandan ibârettir” (Enfâl, 28) ayetidir. Cemaatin, malları ve evlatlarının sıhhat ve selameti için yaptığı tercih, bu fitneye sebebiyet vermiştir.

 

İsrail’e ve papaya hoşgörü Erdoğan’a beddua

 

Dialog ve hoşgörü sloganıyla yıllardır kapı kapı dolaşan ve medyasının reklamlarında hep ön yargı ve klişelere karşı çıkan, Bartelemous ve Papaya kadar hoşgörü ziyaretleri yapan,  bu konuda şampiyonluğu kimseye bırakmayan hareket ne yazık ki hükümet kanadının dershane fitnesinin söndürülmesi konusundaki tüm uyarılarına rağmen işi bedduaya kadar getirdiler. Getirdiler çünkü hükümet, 2008 yılından bu yana tartışılan konuyu 2015 sonuna öteleyerek yapabileceği tavizi ve iyi niyeti gösteriyor.

 

Ortada olan gerçek şu ki artık geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Artık her iki taraftan da dökülen dökülecek ve bir birine kucak açamayacak hale gelecektir. Cemaate yakın bir kesim tercihini Erdoğan’dan yana yapacak, hizmet mensubu büyük çoğunluk ise AK Partiye oy vermeyecek/veremeyecektir. Belki de bu bilinçli bir süreçti çünkü böylesine iktidara hizmet etmiş, gönül vermiş bir kitleyi oradan koparmak ve başka bir partiye götürmek hele de CHP ve Sarıgül’e götürmek mümkün olamayacaktı. Çünkü Erdoğan’sız bir iktidar ve Türkiye kararı alanlar bunun yolunun İstanbul belediye başkanı seçiminden geçtiğini çok iyi biliyor. Aday tamamdı ama ya parti? Onu da birçok yere MHP ve sağcı/milliyetçi kimliği öne çıkan adaylar koyarak halletme yoluna gittiler.

 

Bu fitnenin bedelini kim nasıl öder?

 

Hocanın ettiği beddua caiz midir değil midir? Ne Allah (CC) ne de Hz. Peygamber hiçbir Mümine beddua etmemiştir savunmasına girmeden “Evleri yansın, yuvaları yerle bir olsun” kısmı bile başlı başına sorunlu çünkü o ev yandığında, yıkıldığında birkaç masumun da helaki demek değil midir?  Kaldı ki öfke kontrolünün yerle bir olduğu bu beddualı cezbe halinden sonra cemaat ve partiye oy veren diğer İslami kesim arasında kalın duvarlar örülmüş oluyor.

 

Oysa, Erdoğan ve ekibi başta İslam ülkeleri olmak üzere yakın coğrafya ve genelde tüm dünyada itibar kazanmış, 150 yıllık tarihimizde bir geri dönüş yaşanırken, Avrupa ve Amerika’nın güdümünde bir ülke olmaktan çıkan, alternatif ilişkiler, bağlantılar, işbirliği ve inisiyatif geliştirebilen bir ülke durumuna gelirken, her alanda yeniden bir yapılanma, atılım ve önderlik ruhuna geri dönüşü başaran bir lidere ve ekibine bunu reva gördüler.

 

Oysa ayeti kerimede uyarı yapılmış “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”  ﴾Enfal 46﴿  Herşey ortada, bu çekişmeden hem iktidar hem de cemaat yara alacak, telafisi mümkün olmayan kopuşlar yaşanacaktır. İktidar açısından zararın telafisi mümkün olabilir, oy olarak bakarsak belki de faydası olacaktır. Ancak, Müslümanlar arasına sokulan bu fitnenin söndürülmesi oldukça zor görünmekte.

 

Sözümüzün başında değindiğimiz basiret ve ferasetin burada devreye girerek Allah’ın ve peygamberinin uyarısını dikkate almalı, bizi öfkelendiren ne ise sabır ve metanetle karşılık verilmesi gerekirdi. Neticede her iki kesim de dinini önceleyen, aynı davanın sevdalısı değil midir? 100 yıllık karanlık devirden sonra bir bahar havasını yaşatan bu iktidar değil midir? Peygamberin “Fitne uykudadır. Uyandırmayın/Uyandırana lanet olsun” ihtarından, Allah’ın “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür”﴾Bakara 191﴿ uyarısından da mı nasip alamadık.

Fitneyi kim uyandırdı denilecek olursa da, “içeride ve dışarıda din, devlet ve millet düşmanları kime karşı salya sümük saldırıyorsa O haklıdır, fitneci ise O’na saldırandır” derim. Çünkü “Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar.” ﴾Bakara 120﴿

 

Vesselam….

 

Atakan AKINCI

 

25.12.2013

 

(Visited 35 times, 1 visits today)
Kapat
Yandex.Metrica