Gazeteci-Yazar Hamza Yardımcıoğlu ve Araştırmacı-Yazar Serhat Ahmet Tan tarafından sunulan Çalar Saat programının “Sizden Gelen Sorular” isimli bölümü yayınlandı.
Çalar Saat programının bu bölümünde takipçiler tarafından sorulan soruları içeren konular ele alınmıştır. Çalar Saat programının bu bölümünde ele alınan konu başlıkları:
Hz. Nuh boyut değiştirmiş olabilir mi?
Hz. Nuh zaman yolculuğu mu yaptı?
Hz. Nuh ve Eceli Müsamma
Yapılmış olan zaman deneyleri ne sonuç gösterdi?
Işık hızı ve zaman meselesi
Nuh Tufanı yerel mi yoksa bütün arzda mı gerçekleşti?
Şeytan’ın(İblis) cinsiyeti nedir?
Çalar Saat: Sizden Gelen Sorular

(Visited 231 times, 1 visits today)
İNSANIN YARATILIŞI
“NUTFE” (SPERM) DEN ÖNCE
insanın ilk nüvesinin sperm hücresi olduğunu belirmiştik.
Sperm oluşumundan önce ve
sonrasını da Kuran ayetleri bize bildirmektedir.
Bilim hücre yapısı hakkında,
atomların molekülleri oluşturduğunu,
moleküllerin makro molekülleri
ve bundan da hücreyi oluşturduğunu açıklar.
Hücrenin iç yapısı hakkında da kitaplar yazılacak kadar bilgilerden bahseder.
Rabbimiz,
Mü’minun suresinde insanın yaratılışını bize bildirirken
çamurun süzülmesinden bahseder.
İnsanın ilk nüvesi sperm hücresi
ve dişi hücrenin
çamurdan nasıl yaratıldığını
bilim farkına varmadan açıklar.
Nemli toprakta bulunan çeşitli element atomlarının;
nasıl bir laboratuvardan geçerek,
insanın ilk hücresinin meydana getirildiğini ( yaratıldığını) fark etmez.
Çamur süzülerek nasıl hücre halini alır?
Cevap sorunun içindedir.
Topraktaki element atomları bitkilerle ( ağaçlarda meyva, sebze, tahıl v.b. ) hayvan veya insanlar tarafından tüketilir.
Hayvanların aldıkları bu besinler
tekrar hayvanların insanlar tarafından tüketilmesi ile insan vücuduna girer.
Bu işlem devamlı yapılarak insan vücudundaki tüm hücrelerin yenilenmesi sağlanır.
Bu arada yaratılacak bir insanın;
babası tarafından alınan bu besinler sonucu
vücudunda oluşan sperm hücrelerinden biri,
annenin vücudunda oluşan dişi hücre ( yumurta)
içine girerek döllenmeyi sağlar
ve yaratılacak insanın ilahi yazılımdaki kaderi başlar.
Basit olarak düşünürsek;
Rabbimiz topraktan insanı yaratırken,
bitkileri, hayvanları, insanları (anne, baba)
birer laboratuvar olarak kullanması ile
toprağı süzer
ve insan haline getirir.
Kuran-ı Kerimde insan yaratılışını en güzel şekilde anlatan bu ayetler:
“ Mü’minun suresi 12. Ayet”
“And olsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.”
HZ ADEM’İN YARATILIŞI
Daha önce insanın topraktan süzülerek
içindeki elementlerin,
bitkiler, hayvanlar
ve bunlardan oluşan besinlerin;
Anne ve Baba vücudunda
döllenmiş iki hücreyi oluşturduğunu,
yine anne vücuduna giren bu besinlerin
vücudunda işlem görerek
bu iki hücreye ulaşması
ve özü toprak olan bu besinlerin;
rabbimizin yarattığı DNA şifreleri ile
insan bedenine dönüşmesi (toprak-insan bedeni) oluşumunu anlatmıştık.
Hz. Adem’in yaratılışında
anne ve baba olmadığından,
Rabbimizin “ OL” emrinin oluşturduğu
ve kıyamete kadar gelecek insanların
şifrelerinin ilahi yazılımını
içinde bulunduran (DNA) döllenmiş yumurtanın (dişi hücresi)
toprakla bir şekilde irtibatlandırılarak
toprağın süzülmesi ile
bitkiye benzer şekilde,
beden oluşturulmuş.
Daha sonra Ruh üflenerek canlılık,
bilinç kazandırılan beden;
bu evrene hediye olarak,
ilk insan ( Hz. Adem ) yaratılmıştır.
Bilimin çözemediği bu durumu Rabbimiz,
ayetleri ile bize bildirmektedir.
“Nuh 17”
“Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. “
“Sad 71-72”
“Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım.”
“Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin!”
HZ. ADEM’İN EŞİNİN YARATILMASI
Hz. Adem’in yaratılmasından sonra,
aynı ortamda,
aynı şekilde Eşi ( Havva) yaratılmış.
Ancak yumurta hücresi olarak
Adem den alınan kök hücresi
kullanılarak
bugün klonlama dediğimiz
şekle benzer bir yaratılışla
Havva yaratılmış.
Nisa 1
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.
Araf 189
O, odur ki, sizi bir tek canlıdan yarattı, eşini de ondan vücuda getirdi ki, gönlü buna ısınsın. Eşini sarıp kucaklayınca o, hafif bir yük yüklendi de bir süre onu gezdirdi. Ağırlaştığında ikisi birden Rableri Allah’a şöyle dua ettiler: “Bize iyi huylu, yakışıklı bir çocuk verirsen yemin ederiz, şükredenlerden olacağız.”
HZ. İSA’NIN YARATILMASI
Hz. İsa, babasız yaratılmıştır.
Kuran ayetlerinde;
“Ruh” insan görüntüsü ile gelerek
Allah’ın “ OL” Kelimesi ile
Hz. Meryem’in
hamile kalmasını sağladığı,
ayrıca başka bir ayette
Hz. İsa’nın yaratılışının
Hz. Adem
gibi olduğu bize anlatılmaktadır.
Daha önce Hz. Adem’in yaratılışında
Rabbimizin “OL” emriyle yarattığı
döllenmiş yumurtanın
toprakla ilişkilendirilmesinden
bedeninin yaratıldığını yazmıştık.
Hz. İsa’nın da buna benzer “OL” emriyle yaratılmış
döllenmiş yumurtanın
bugünkü bilimin deyişiyle
“taşıyıcı anne”
olarak seçilen
Hz. Meryem de
bedenlenmesi ile
Hz. İsa Yaratılmıştır. ( en iyi Allah bilir)
Rabbimiz, Kuran- Kerim de bize bu olayı detayları ile anlatmaktadır:
“Meryem 17-18-19-20-21”
“Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuzu göndermiştik, ona düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
Demişti ki: ‘Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma).’
Demişti ki: ‘Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).’
O: ‘Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken’ dedi.
‘İşte böyle’ dedi. ‘Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır).’ Ve iş de olup bitmişti.”
Öncelikle şunu belirtmek isterim.
Allah, Hamza Beyle, Ahmet Beyi ayirmasın. İkisi Birarada Çok Güzel. Sanki Öz Kardeş.
Kendi Adıma Bazı Rüyalarım Birebir Çikiyor. 15 yıl önce bir Rüya Gördüm. Birebir aynısı cikti. Eve Hirsiz Girmiş Diyorum. Ben İzmir’deyim.Babamlar Antalya da. Ve O saatte eve hırsız girmiş.Ailem bu kız birseyleri görebiliyor diyor.
Ancak Benim Şu an aklıma birşey geldi.
Hem GEÇMİŞ. HEM GELECEK BİRARADA İSE;
MEVCUT ZAMANDA AKARKEN Mİ ?
YOKSA !
BİZ RÜYALARIMIZDA ;
GELECEĞİ DEĞİL DE.
GECMİSİ Mİ, GÖRÜYORUZ.
Umarim Anlatabilmisimdir.
Bu Konuya da Değinirseniz. MUTLU Olurum.
Saygılarimla arz ederim.
Selamlar hocam
…
Niçin nebe’suresi?
Paranoyaya bağladım gene yorumlar sivri gelirse kusura bakmayın….
NEBE’ SURESİ
GİRİŞ
Adı: Sure, adını, ikinci ayetinde geçen “Büyük Haber” deyiminden almıştır. Surenin muhtevası ve bahsedilen konular da, surenin bu adı almasına neden olmuştur. Nebe’ kelimesinin anlamı “Haber” yani kıyamet ve ahiret gününden haber, demektir.
Konu: Bu surenin konusu da, Mürselat Suresi gibi kıyamet gününün ve ahiret hayatının açıklanarak, ispatlanmasına yöneliktir. Kıyamet gününü ve ahiret hayatını kabul veya inkâr etmenin sonuçlarının, bununla birlikte müminler ve kafirler üzerindeki etkilerinin neler olabileceği hakkında bilgi verilmektedir.
Rasulullah (s.a), Mekke’deki tebliğini üç temel ilkeye dayalı olarak sürdürüyordu:
1) Allah’tan (c.c.) başka ilâh yoktur.
2) Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.
3) Dünya fânîdir ve ondan sonra yeni bir hayat başlamaktadır. Bu yeni hayatta gelmiş-geçmiş bütün mahlûkat cismanî olarak diriltilecek, inanç ve davranışlarının karşılığını görecektir. Artık mümin ve salih olanlar için ebedî bir cennet hayatı, kâfirler ve fasık olanlar için ise, ebedî bir cehennem hayatı vardır..
Rasulullah ile Mekkeli müşrikler arasında şiddetli bir çatışma olmasının temelinde, işte bu üç neden yatmaktaydı.
Birinci husus, çatışmaya neden teşkil ediyordu, çünkü Mekkeliler Allah’a (c.c.) inanıyorlar ve Allah’ı (c.c.) Yüce Yaratıcı, Rızk Verici olarak da kabul ediyorlardı.
Ancak Mekkelilerin taptıkları diğer tanrıların, Allah’ın (c.c.) kudreti dışında işgal ettikleri mevkî ve yetkilerinin sınırları, ihtilafın merkezini oluşturuyordu.
İkincisi, Hz. Muhammed’i (s.a.) Allah’ın (c.c.) gönderdiği bir rasûl olarak kabul etmiyorlardı. Fakat Mekkeliler aynı zamanda biliyorlardı ki, Muhammed onların arasında risaletinden önce 40 yıl geçirmiş ve kendi çıkarları sözkonusu olsa bile, hiçbir zaman yalan söylememişti. Ayrıca Mekkeliler, feraset sahibi, dürüst ve üstün ahlâk timsali olarak tanıdıkları Muhammed’in peygamberliğini inkâr ediyorlarsa da, şu problemin kafalarında bir istifham oluşturmasına engel olamıyorlardı. Muhammed gibi dürüstlük, doğruluk ve sadakat timsali olan biri, nasıl olur da böyle bir konuda yalan söyleyebilirdi? İşte bu nedenden ötürüdür ki, Hz. Muhammed’e (s.a) karşı yalan, iftira ve binlerce hile ile aleyhinde propaganda yapan bu insanlar, risaletin dışında kalan sahalarda onu dürüst kabul etmek zorunda kalıyorlardı.
Üçüncü husus (Kıyamet ve Hesap gününü) kabul etmek, Mekkelilere ilk iki hususu kabul etmekten daha güç geliyordu. Mekkeli müşrikler bu ‘haber’i, yani ölümden sonra dirilişi, bir hikaye olarak değerlendiriyorlar ve bunun akla aykırı, imkansız bir şey olduğunu söylüyorlardı. ‘Çürüyen vücudumuz toz olduktan sonra tekrar mı dirilecek?” gibi sorular ile Hz. Muhammed’e karşı bir iftira kampanyası açarak, söylenti çıkarıyorlar ve bu hususu her yerde alay konusu yapıyorlardı. Ancak herşeye rağmen Hz. Muhammed, (s.a.) Mekkelileri İslâm’a davet ederken, onları ölümden sonra dirilişe ve Ahiret’e inandırmak zorundaydı. Bir insanın, bu esasa inanmadan Hak ve Bâtıl konusundaki düşüncelerinde ciddi bir değişiklik olması beklenemez. Çünkü bu esasa iman, hayr ve şerr’i anlamada bir ölçüdür. Yine bu esasa iman etmeden, maddeci düşüncenin boyunduruklarından kurtulmadan İslâm’a girmek mümkün değildir. Bu nedenden ötürü Mekke’de nazil olan sureler, ekserî ahiret düşüncesini işlemiştir. Aynı zamanda böyle bir tarz-ı istidlâl, tevhid anlayışını zihinlere yerleştirirken, kısaca Hz. Muhammed’in (s.a) risaletini ve Kur’an’ın gerçekliğini de anlatmış oluyordu.
Bu dönemde nâzil olan surelerin, ahiret konusunu niçin sürekli tekrar ettiğini anladıktan sonra, bu surenin muhtevası üzerinde biraz duralım.
Nebe’ Suresi’nin başında, ilk olarak ahiret haberinden söz edilmiştir.
Çünkü Mekke’nin her yerinde, her evde ve her mecliste bu haber hakkında konuşuluyordu. Bu konuşmalar üzerine Allah (c.c) şöyle buyurdu;
“Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı? Dağları birer kazık? Ve sizi çift çift yarattık. Uykunuzu bir dinlenme, geceyi de bir örtü kıldık.”
İnsan gündüzleri çalıştıktan sonra, geceleri dinlenmek zorunda değil midir? Geceye gündüz eklenmemiş midir? Öyle ki, birbirlerini sürekli takip etmektedirler. Gökyüzünün nasıl bir düzen içinde kaim olduğunu görmüyor musunuz? Güneşi size ışık ve ısı vermesi için aracı kıldık. Bulutları gönderdik ki, size yağmur getirsin ve onunla, bitkilerle, ağaçlarla bezenmiş bahçeler oluşsun. Bütün bunları yaratan kudret sahibi Allah’ın (c.c), Kıyamet ve Ahiret günü sizi diriltip, hesaba çekmekten aciz olabileceğini nasıl düşünebilirsiniz? Mükemmel bir şekilde yaratılmış bulunan bir nizamın, nasıl devam etmekte olduğunu akletmiyor musunuz? Böyle bir nizamın, bir gayeye yönelik olmaması mümkün mü? Bundan daha boş ve daha anlamsız bir düşünce olabilir mi? Yaşadığı arz üzerinde, kendine geniş bir muhtariyet verilmiş olan insanoğlu, belli bir süre yaşayacak ve hayatı son bulduktan sonra, yaptıklarının karşılığını görmeyecek midir?
Bütün bu delillerden sonra açıkça belli olmuştur ki; kuşkusuz birgün İlâhî Adalet’in yerini bulması için mahkeme kurulacak ve Sûr’a son kez üfürüldüğünde herkes, heryerden hesap vermek üzere bölük bölük huzura geleceklerdir. İşte o zaman siz insanların iman edip-etmemesi hiç farketmeyecektir. Çünkü şimdi size verilen bu haberin gerçekliğine o gün bizzat kendiniz şahit olacaksınız.
Daha sonra surenin 21. ve 30. ayetleri arasında, Kıyamet gününü inkâr ederek, hesab vereceklerine inanmayan insanların, bütün davranışlarının tüm ayrıntılarıyla kaydedildiği ve cehennemin de tuzak kurmuş olarak, onları nasıl beklediği anlatılmaktadır. Onlar orada amellerinin tam karşılığını göreceklerdir. 31. ayetten 36. ayete kadar ise, iman edenler için verilen “müjde”nin nitelikleri açıklanmıştır. Müminler bu dünyada sorumluluklarını bilerek ve kıyamet gününü dikkate alarak, davranışlarını düzenledikleri için, ‘en güzel mükâfat’ ile ödüllendirileceklerdir. Ayrıca müminler mükâfat olarak, sadece amellerinin karşılığını değil, daha fazlasını da göreceklerdir.
Surenin son bölümünde Allah (c.c), Kıyamet gününün manzarasını tasvir etmiştir. O gün Yüce Allah’ın (c.c.) huzurunda, hiç kimse kendinde konuşma cesareti bulamayacaktır. Ancak şefaat edebilmeleri için, Allah’ın (c.c.) kendilerine izin verdikleri kimseler müstesna. Şefaat izni olanlar da istedikleri şekilde şefaat edebilme hakkına sahip olamayacaklardır. Çünkü şefaat; iman ettiği halde, günahkâr olan kimseler içindir, asi ve inkârcılar için değil.
Sure Allah’ın (c.c.) şu buyrukları ile tamamlanıyor; Size hakkında haber verilen o gün kuşkusuz gelecektir ve çok uzak da değildir. Artık dileyen Allah’a (c.c.) iman etsin ve ahiret için davranışlarını düzeltsin. Eğer insanoğlu, davranışlarını düzeltmez ve inkârında ısrar ederse, Kıyamet günü amelleri önüne serildiğinde şöyle diyecektir; “Ah! Keşke bu dünyaya gelmemiş olsaydım.” Halbuki bugün insanoğlu, dünyanın peşinden büyülenmişçesine koşmaktadır.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Birbirlerine hangi şeyi sorup duruyorlar?
2 O büyük haberi 1mi?
3 Ki kendileri hakkında anlaşmazlık içindedirler.
4 Hayır, 2yakında bileceklerdir.
5 Yine hayır; yakında bileceklerdir.3
6 Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?4
7 Dağları da birer kazık?5
8 Sizi çift çift yarattık.6
9 Uykunuzu bir dinlenme 7yaptık.
10 Geceyi bir örtü yaptık.
11 Gündüzü bir geçim-vakti 8kıldık.
12 Sizin üstünüze de sapasağlam yedi-gök bina ettik.9
13 Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık.10
AÇIKLAMA
1. Büyük Haber deyimiyle, Kıyamet günü kastedilmektedir. Kıyamet günü hakkında Mekke müşrikleri çeşitli sorular soruyor ve diyorlardı ki; Bu ne ilginç bir haberdir? Kemiklerimiz toz olmuşken tekrar nasıl diriltilebiliriz. Bu imkânsız birşeydir. Gelmiş-geçmiş bunca insan diriltilerek, ayağa kaldırılması olacak şey midir? Koca dağların parçalanarak dağılması, güneşin sönmesi, ay ışığının kaybolması ve bu dünya nizâmının alt-üst olması mümkün müdür?
Bizler Muhammed’i aklı başında feraset sahibi biri olarak bilirdik. Oysa o, bizlere nasıl haberler veriyor. Madem öyle, onun haberini verdiği cennet, cehennem nerededirler? Şimdiye kadar Muhammed bize, bu tür şeylerden hiç bahsetmemişti. Niçin durup dururken bize böyle haber vermeye başladı?
‘Ki onlar onda ayrılığa düşmektedirler.’ ayeti iki anlama da gelebilir. Birincisi onlar bu haber hakkında farklı düşünceler taşımaktadırlar, ikincisi onlar dünya hayatının son bulacağı konusunda aralarında bir akide birliği olmamakla birlikte ihtilaf içindelerdi. Bazıları Hristiyanlığın etkisi altında bulunduklarından dolayı Maad’a inanıyorlar, fakat ölümden sonraki hayatin cismânî olmayıp, ruhanî olduğunu söylüyorlardı. Bazıları çeşitli tereddütler taşıyorlardı; “Saat nedir bilmiyoruz, onu sadece bir kuruntu sanıyoruz, biz ona inanmıyoruz.” (Câsiye-32) Bazıları ise, öbür dünyadaki hayata hiçbir şekilde inanmıyorlardı; “Dediler ki, dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur, diriltilecek değiliz.” (En’am-29) Bazı ateist (dehrî)ler de diyorlardı ki; “Ne varsa dünya hayatımızdır, başka birşey yoktur, ölürüz, yaşarız. Bizi zamandan başkası helâk etmiyor.” (Câsiye-24) Yine bazıları ölümden sonraki dirilişi imkânsız sanarak şöyle söylüyorlardı; “Şu Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” (Yâsin-78) Mekkeli müşriklerin bu kadar farklı düşüncelere sahip olmaları, onların bir ilme dayanmadan zan ve kuruntu ile birlikte düşündüklerini gösterir. Şayet bir ilme dayansalardı, aralarında bu kadar köklü anlaşmazlıkların olmaması gerekirdi. Daha fazla bilgi için bkz. Zâriyat an: 6
2. Onların bu konudaki tüm sözleri yanlıştır ve kesinlikle onların düşündükleri gibi değildir.
3. Yani, o zaman çok uzakta değildir ve şimdi ileri geri konuşuyorlarsa da onlar yakında bu gerçeğe bizzat şahit olacaklardır. Böylece Resulullah’ın (s.a) verdiği haberlerin doğru ve gerçek olduğunu, onların ‘zan’ ettikleri gibi olmadığını da anlayacaklardır.
4. Yeryüzünü insan için bir döşek, yani bir sükûn yeri kıldık. Yeryüzünün bir sükûn yeri kılınmış olmasının kudret ve hikmetleri hakkında, Tefhimu’l-Kur’an’ın çeşitli yerlerinde açıklamalar yapılmıştır. Bkz. Neml an: 73-74-81, Yâsin an: 29, Mümin an: 90-91, Zuhruf an: 7, Câsiye an: 7, Kaf an: 18.
5. Yeryüzüne dağların yerleştirilmesi ile ilgili hikmetlerin anlaşılabilmesi için bkz. Nahl an: 12, Neml an: 74, Mürselât, an: 15
6. İnsanların erkek ve kadın olmak üzere çift çift yaratılmasında büyük hikmetler vardır. Açıklama için bkz. Furkan an: 69, Rum an: 28-30, Yâsin an: 31, Şura an: 77, Zuhruf an: 12, Kıyamet an: 25
7. Uyku ihtiyacı insanın fıtratında vardır ve çalışabilmesi için insan dinlenmek zorundadır. Bkz. Rum an: 33
8. Gece karanlık yaratılmıştır, çünkü insan karanlıkta daha iyi istirahat edebilir. İnsanın geçimini sağlayabilmesi için ise, gündüz aydınlık yaratılmıştır. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinden doğan sayısız yararlardan sadece biri burada zikredilmiştir. Buradaki vurgulama, içinde yaşadığımız nizâmın, gayesi olmaksızın bir rastlantı sonucu oluşmadığına işarettir. Bu gerçeğin ardında sayısız yararlar vardır ve gerçekten de insanın çıkarları doğrudan doğruya buna bağlıdır. Örneğin rahatça uyuyabilmeniz için vücudunuzun gece karanlığına ihtiyacı vardır. “Biz bunun için geceyi karanlık yarattık ve rızık sağlayabilmeniz için aydınlığa olan ihtiyacınızı gündüzü yaratarak karşıladık. Bu muazzam nizam sizin ihtiyaçlarınıza cevap verecek şekilde yaratılmıştır.” İşte böylesine eşsiz bir nizâmın, bir Hâlık’ı ve Hakîm’i olduğunu, bu sistemin bizzat kendisi kanıtlamaktadır. Bkz. Yunus. an: 65, Yasin. an: 32, Mümin. an: 85, Zuhruf. an: 4.
9. “Şidaden” kelimesi, “sağlam” anlamında kullanılmıştır. Göğün sınırları sağlamdır. Yani gökyüzünde sayısız yıldızlar dolaşıyor, herbiri kendi yolunu takib ediyor ve buna rağmen birbirleriyle çarpışmıyorlar. Daha fazla bilgi için bkz. Bakara. an: 34, Râ’d. an: 2, Hicr. an: 8-12, Müminun. an: 15, Lokman. an: 13, Yasin. an: 37, Saffat. an: 5-6, Mümin. an: 90, Kaf. an: 7-8.
10. “Vehhacen” kelimesi, güneş için kullanılmıştır. Asıl anlamı çok parlak ve çok sıcak demektir. Biz bu kelimeyi tefsir ederken, iki anlamı da tercih ettik. Allah (c.c.) bu ayetiyle büyük bir kudret ve hikmete işaret etmektedir. Güneşin çapı yeryüzünün çapından 109 kat daha geniştir ve güneşin sıcaklığı 4 milyon C°’dir. Yeryüzünden 933 milyon mil uzaklıktadır. Buna rağmen bir kimse, çıplak bir gözle güneşe bir süre baksa, gözleri aşırı derecede kamaşır. Yine güneşin sıcaklığı o kadar şiddetlidir ki, bazı bölgelerde bu sıcaklık 140 F° kadar yükselir. Güneşin yeryüzü ile arasındaki uzaklığın orantılı bir ölçüye göre ayarlanması, Allah’ın (c.c) yüce kudretinin bir göstergesidir. Güneş şayet dünyaya belli bir mesafeden daha yakın olsaydı, yeryüzü sıcaklıktan kavrulurdu. Yine belli bir mesafeden uzak olsaydı yeryüzünde herşey soğuktan donar, insan, hayvan ve bitkilerin yaşamaları mümkün olmazdı. Güneşin ölçülü bir ısı yayması ile yeryüzünde hayat devam eder. Bu ölçülü ısı yayılmasıyla birlikte, bitkiler yeşerir, olgunlaşır ve kendilerinden yararlanılacak hale gelirler. Aynı zamanda bu sıcaklık buharlaşmaya neden olur ve bulutlara yükselerek çeşitli bölgelerde yağmurun yağmasını sağlar. Allah Teâla’nın güneşi yegâne enerji kaynağı olarak yaratması nedeniyledir ki, milyonlarca seneden beri, yeryüzünde aydınlık, ısı ve ışınların yayılması mümkün olabilmektedir.
14 Sıkıp suyu çıkaran (bulut)lardan da ‘bardaktan boşanırcasına bir su’ indirdik.
15 Bununla taneler ve bitkiler bitirip-çıkaralım diye
16 Ve birbirine sarmaş-dolaş bahçeleri11 de.
17 Şüphesiz o hüküm (fasl) günü, belirlenmiş bir vakittir.
18 Sur’a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.12
19 O sırada gök açılmış ve kapı kapı olmuştur.
20 Dağlar yürütülmüş, artık bir serab oluvermiştir.13
21 Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir.14
AÇIKLAMA
11. Yağmurlar dolayısıyla yeryüzünde bitkilerin, yeşilliklerin ve bahçelerin oluşması hakkında açıklama için bkz. Rum. an: 35, Şuara. an: 5, Müminun. an: 17, Nahl. an: 53/a, Zuhruf. an: 10-11, Mümin. an: 20, Yâsin. an: 29, Fâtır. an: 19, Vakıa. an: 28-30. Bu konu ile ilgili ayetlerde tabiat kanunlarının işleyişi hakkında bilgi verilerek, kafirlerden içinde yaşadıkları tabiatı ve hatta bizzat kendi hayatlarını tefekkür etmeleri istenmiştir.
Bu ayetler sizin dikkatinizi iki noktaya çekmek istemektedir: Birincisi, bu muazzam ve muhteşem nizam bir raslantı sonucu kendi kendine oluşmamıştır. Ayrıca düzenli bir biçimde kendinden istenileni yerine getirmektedir. İkincisi, hiçbir şey maksatsız yaratılmamıştır. Dolayısıyla herşeyin bir nedeni ve gayesi vardır. Bu hususları düşünebilmiş bir insanın, Allah’ın (c.c) kainatı yok ettikten sonra, yeniden yaratmaya gücünün yetmiyeceğini sanması için aklından zoru olması gerekir. Çünkü bu nizamın içinde hiçbir şey nedeni olmaksızın yaratılmamıştır.
Öyleki, bu nizâmın içinde insanoğlu da bulunmaktadır ve Allah (c.c) onu hayr ve şerr’i idrak edebilecek bir özellikte donatmıştır. İrade sahibi olarak yaratılan insan, kendisinden istenilenleri kabul edip etmemek konusunda bir serbestiye sahiptir. Ve yine diğer mahlûkat üzerinde tasarruf edebilme hakkının olması da boşuna değildir. Örneğin bir insan tüm ömrü boyunca salih amellerde bulunarak, kendisine verilmiş bulunan yetkileri hak yolunda kullanırken, bir başka insan ömrü boyunca kötü işlerle ilgilenerek, Allah’ın kendisine verdiği yetkileri ve enerjiyi boş yere harcayabilir. Şimdi her ikisi de ölümden sonra toz olur ve davranışlarının karşılıklarını görmezlerse, büyük bir haksızlık olmuş olur ve bu hayat anlamını yitirirdi. İşte bu nedenlerden ötürü, Kur’an-ı Kerim’de, tekrar tekrar Maad, yani ölümden sonraki hayat, Kıyamet ve ahiret konuları işlenmiştir. Bkz. Rad. an: 7, Hac. an: 9, Rum. an: 6, Sebe. an: 10-12, Saffat. an: 8-9
12. Bu ayet Sûr’a son kez üfürüldüğünde ölmüş bulunan bütün insanların ayağa kalkacağına işaret etmektedir. Burada, “gelirsiniz” ifadesi, yani muhatap siğası kullanılmıştır. Fakat burada muhatap, sadece o dönemde yaşamış bulunan insanlar değil, gelmiş, geçmiş ve gelecek çağlar boyunca yaşamış ve yaşayacak tüm insanlıktır. Açıklama için bkz. İbrahim. an: 57, Hac. an: 1, Yâsin. an: 46-47, Zümer. an: 79
13. Burada da, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde sözkonusu edildiği gibi, Kıyametin farklı safhaları birarada açıklanmıştır. Önce Sur’a son kez üfürüldüğünde nelerin olacağı açıklanırken, daha sonraki iki ayette bu olayların gelişimi anlatılmıştır. Açıklama için bkz. Hakka. an: 10
“Gök açılmış” ifadesi ile göğün hiçbir engelle karşılaşmadan, her taraftan semavî afetlerini yeryüzüne göndereceği anlatılmak istenmiştir. Yani göğün afetlerinin yeryüzüne gönderilmesi için, gökyüzünün kapıları açılacak ve önünde hiçbir engel olmayacaktır.
Dağlar yürütülmüş bir serap olmuştur; yani dağlar havalanacak ve paramparça olacaktır. “Sana dağlardan soruyorlar, de ki: Rabbim onları kül gibi ufalayıp, savuracak, yerlerini boş ve dümdüz bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik, ne de bir tümsek göremeyeceksin.” (Taha-105-107) Ayrıca bkz. Tahâ. an: 83
14. Cehennem için, gözetleme yeri, yani av yakalamak için tuzak yeri anlamına gelen “mirsaden” kelimesi seçilmiştir. Çünkü kâfir ve âsîler hiçbir kimsenin kendilerini gözetlemediğini sanmaktadırlar. Tıpkı av hayvanının kendisi için kurulmuş tuzaktan habersiz, hoplayıp, zıplaması gibi, kâfir ve âsîler de dünyada böyle yaşarlar. Fakat cehennem bir tuzak gibi hazır beklemektedir ve onlar bu tuzağa takılarak cehenneme düşeceklerdir.
22 Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir.
23 Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.15
24 Orada ne serinlik tadacaklar, ne de bir içecek.
25 Kaynar sudan ve irinden16 başka.
26 (İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak,
27 Doğrusu onlar, hesaba-çekileceklerini ummuyorlardı.
28 Bizim ayetlerimizi de yalanlayabildikleri kadar yalanlıyorlardı.17
29 Oysa biz, her şeyi yazıp saymışızdır.18
30 Şimdi tadın. Size artık azabtan başkasını artırmayacağız;
31 Gerçek şu ki, muttakiler19 için ‘bir kurtuluş ve mutluluk’ vardır.
32 Nice bahçeler ve üzüm bağları.
33 Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.20
34 Dopdolu kadehler.
35 İçinde, ne ‘boş ve saçma bir söz’ işitirler, ne bir yalan.21
AÇIKLAMA
15. Burada devirlerin ve çağların ardı arkası kesilmeyen sürekliliğini ifade eden, “Ahkaben” kelimesi kullanılmıştır. Bazı kimseler “devirler ne kadar uzun olursa olsun, bir sona mahkûmdur” diyerek, devir kelimesinin bir zaman dilimi olduğuna hükmettiler. Böylece bu kimseler cennet hayatını ebedî kabul ederlerken, cehennem hayatının sınırlı olduğu düşüncesini öne sürdüler. Cehennemin sınırlı bir zamanı kapsayacağı düşüncesi yanlıştır.
Bu düşünce şu iki nedenden ötürü yanlıştır. Birincisi ‘Ahkaben’ kelimesi, birbiri ardınca gelen devirler, yani her devrin ardından başka bir devrin gelmesini anlatır. Bundan dolayı bu kelime ‘ebediyet’ anlamına da gelmektedir. İkincisi, bu ayetten böyle bir anlam çıkarmak usûl itibariyle da yanlıştır. Çünkü ayet-i kerime böyle anlaşıldığı takdirde elde edilen sonuç; cehennemin ebedî olduğunu ifade eden diğer açık ayetlere ters düşer. Bu konuda, Kur’an-ı Kerim’de 34 yerde cehennem ehli hakkında ‘Hulûd’ kelimesi kullanılmıştır. ‘Hulûd’ kelimesi ‘ebedi’ anlamına gelir. Ayrıca üç yerde de ‘Hulûd’ kelimesinin yanına ‘ebeden’ kelimesi izafe edilerek birlikte kullanılmışlardır. Örneğin maide-37’de bu husus çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır:
“Ateşten çıkmak isterler, ama oradan çıkacak değildirler. Onlar için ebedî bir azap vardır.”
Yine Hûd-107 ve 108’de şöyle buyurulmuştur;
“Gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Ancak Rabbin dilerse başka. Çünkü Rabbin istediğini yapandır. Mutlu kılınanlar ise cennettedirler. Gökler ve yerler durdukça orada ebedi kalacaklardır. Ancak Rabbin dilerse başka.”
Bu açıklamalardan sonra anlaşılmıştır ki, bu ayetten, kafirlerin bir süre kaldıktan sonra cehennemden kurtulacakları şeklinde bir anlam çıkarmak mümkün değildir.
16. Ayette geçen “Gassâkan” irin, gözyaşı, ter ve kokuşmuş sular anlamına gelir.
17. Şu iki nedenden ötürü azaba müstehak olacaklardır: Birincisi, yaşadıkları zaman süresince, hiçbir zaman, bir gün yaptıkları ameller için Allah’a (c.c.) hesap vereceklerini düşünmemişlerdir. İkincisi de, Allah-u Teala’nın elçileri vasıtasıyla gönderdiği mesajları inkâr ve Allah’ın (c.c.) elçilerini tekzib etmişlerdir.
18. Onların söz ve davranışları, tüm hareketleri, hatta niyet ve düşünceleri dahi mükemmel bir surette kayıtlara geçirilmektedir. Oysa bu ahmaklar, istediklerini yapacaklarını, kendilerini bir gören olmadığını ve hesaba çekilmeyeceklerini mi sanmaktadırlar.
19. Bu ayette, yukarıda zikri geçen kâfirlerin karşıtı olan kimseler, yani Allah’a (c.c.) ve hesab gününe iman edenler için sakınan-korunan (muttakî) kelimesi kullanılmıştır. Mü’minler Kur’an’da genellikle ‘müttakî’ kelimesi ile nitelendirilmişlerdir.
20. Hepsinin aynı yaşta olması ya da eşine yaşıt olması şeklinde, her iki anlama da gelebilir. Sad Suresi’nin 52. ayeti ile Vakıa Suresi’nin 37. ayeti bu husus ile ilgilidir.
21. Boş söz, buhtan, iftira, sövgü, yalan v.b. duymayacaklardır. Kur’an’ın birçok yerinde bunun büyük bir nimet olduğu söylenmiştir. Bkz Meryem. an: 33, Vakıa. an: 13-14
36 Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu).22
37 Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan (Allah); ona hitap etmeye güç yetiremezler.23
38 Ruh24 ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar, konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.25
39 İşte bu, hak olan gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüş-yolu edinsin.
40 Gerçekten biz sizi yakın bir azab ile uyarıp-korkuttuk.26 Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan da; “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek.27
AÇIKLAMA
22. Elde edecekleri mükâfattan ayrı olarak kendilerine başka nimetler de verilecektir. Yani onlara amellerinin karşılığından daha fazlası sunulacaktır. Cehennem ehli için ise, ancak işledikleri suçun karşılığı, ceza olarak verilecektir. Bu karşılık eksik veya fazla olmayacaktır. Bu mesele Kur’an’ın bir çok yerinde açıklanmıştır. Bkz. Yunus-26-27, Neml-89-90, Kassas-84, Sebe-33-38, Mü’min-40
23. Mahşerde kimse dehşetten dolayı ağzını açmaya cesaret edemeyecek ve Allah’ın (c.c.) adaletine müdahalede bulunulamayacaktır.
24. Müfessirlerin çoğuna göre burada “ruh” ile, Cibril-i Emin kastedilmektedir. Allah’ın (c.c.) yanında O’nun diğer meleklerden daha yüksek bir mevkiye sahip olması, adının ayrı zikredilmesine neden olmuştur. Bkz. Mearic. an: 3
25. “Konuşmak” kelimesi ile şefaat kastedilmektedir. Şefaat için ise iki şart vardır. Birincisi Allah (c.c.) kime kim için şefaat izni verirse, sadece o konuşacaktır. İkincisi şefaat eden kimse, doğru ve gerçek şeyler söyleyecektir. Ayrıca şefaat edilecek kimse hayatta iken, inanç sahibi olmalı, kâfir ve âsi olmamalıdır.
26. Şimdi bazı kimseler “yakın bir azab” ayetinin 1400 yıl önce nâzil olduğunu ve bundan sonra da daha ne kadar geçeceği bilinmezken, bu ayeti nasıl anlayacaklarını sorabilirler. Böyle bir soruyu şu şekilde cevaplayabiliriz. İnsan ölümünden sonra ruh halinde yaşar ve orada zamanın bir anlamı yoktur. Kıyamet günü kaldırıldığı zaman kendisini uykudan kalkmış gibi hissedeceği için, binlerce yıl geçmiş olsa da, bunu anlamayacaktır. Daha fazla bilgi için bkz. Nahl. an: 26, İsrâ. an: 56, Taha. an: 80, Yâsin. an: 48
27. Ah! Keşke dünyaya hiç gelmemiş olsaydım veya toz olsaydım da yeniden kaldırılmasaydım.
Bismillâhirrahmânirrahîm
78-EN-NEBE’ SÛRESİ
Bu mübârek sûre “El-Meâric” sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Kırk âyet-i kerîme’yi içermektedir. “Nebe-i Azîm” denilen büyük, mühim bir haberi, kıyamet gününe ait suali ve cevabı içermiş olduğu için kendisine “En-Nebe” ve “Amme” sûreleri adı verilmiştir.
Bu sûre de Mürselat sûresinde olduğu gibi haşr neşre Cenab-ı Hak’kın kaadir olduğunu bildiriyor. Kıyamet gününü yalanlayanları kınıyor, Cennet ve Cehennemin vasıflarını fazlasıyla beyan buyuruyor. Binaenaleyh aralarında büyük bir irtibat vardır.
Bu sûre-i celîlenin başlıca konuları şunlardır:
1. Müşriklerin kendi aralarında kıyamete ve Yüce Peygamber’e dair soruşturmalarını beyan etmek.
2. Kıyametin vukuunun mümkün olduğuna dair deliller getirme ve inkârcıları tehdîd etmek.
3. Kıyamette takva sâhiplerinin cennetlere nâil olacaklarını müjdelemek, inkârcıların da cehenneme sevk edileceklerini ihtar etmek.
4. Meydana geleceği muhakkak olan kıyamet gününde azap görecek kâfirlerin nasıl mahv ve yok olmalarını temennîde bulunacaklarını gözler önüne sermek.
1. Ne şeyden soruşturuyorlar?
1. Bu mübârek âyetler, kıyamet hakkında ve Resûl-i Ekrem ile Kur’an-ı Kerim hakkında dedikodularda bulunan bir takım kimseleri reddediyor. İlâhî kudretin görünen eserlerinden dokuz çeşit yaratılış eserini dikkat nazarlarına sunuyor. Şöyle ki: Bir takım kimseler (Ne şeyden soruşturuyorlar?.) Hangi şanı büyük bir şey hakkında birbirlerinden soruşturup duruyorlar?.
2. O pek büyük haberden.
2. Evet.. Onlar (O pek büyük haberden..) haşr ve neşre ait hâdiseden soruşturuyorlar. O gelecekteki pek mühim bir değişimi inkârcı ve alaycı bir tarzda birbirinden sual ediyorlar.
3. O haber ki: Onlar onda ihtilâfa düşmüşlerdir.
3. (O haber ki:) Onların söz konusu ettikleri o hâdisedir ki: (onlar,) o bir takım kimseler (onda) o haber hakkında (ihtilâfa düşmüşlerdir.) her biri başka türlü düşünüyor, başka türlü söz söylüyor.
“Rivâyet olunuyor ki: Resûl-i Ekrem Efendimiz, insanları İslâm dinine dâvet edip öldükten sonra haşr ve neşr olunacaklarını ihtar edince, Mekke-i Mükerreme’deki müşrikler, bir toplantı yerinde toplanmışlar, Peygamber Efendimizin şanı hakkında ve kıyamet hususunda konuşmaya başlamışlar, alaycı bir tarzda birbirilerinden sormuşlar, O, -Hz. Muhammed Aleyhisselâm- sihirbaz mıdır, şair midir? Yoksa kendisinin kehaneti mi vardır?. Yoksa bizim tanrılarımız ona bir kötülük mü isâbet ettirdiler?. Kuran da bir sihir midir, bir şiir midir, yoksa bir kehanet midir?. Diye söylenmişler. İşte o müşriklerin bu câhilce ve inkârcı hâllerini beyan ve kendilerini reddetmek ve kınamak için bu mübârek âyetler nâzil olmuştur. Maamafih kıyamete dair soruşturmada bulunanların bir kısmı mü’minlerden de olabilir, fakat onların o konudaki konuşmaları; bir inkâr, bir alay maksadına yönelik olamaz, belki: O günün ortaya çıkmasını bir korku ve dehşet ile düşünmek, o güne hazırlanmak, o günün dehşetinden emîn olabilmek kabiliyetini elde edebilmek içindir.
4. Hayır.. Yakında bileceklerdir.
4. Cenab-ı Hak’ta, kıyamet hâdisesini bir inkâr ve alay maksadile soruşturmakta bulunanları red ve men için buyuruyor ki: (Hayır!.) Onların ihtilâfları ve kuruntuları gibi değil, onlar (yakında bileceklerdir.) kıyametin ne olduğunu görüp anlayacaklardır, inkârları yüzünden ne kadar şiddetli azaplara kavuşacaklardır.
5. Sonra hayır.. Yakında bileceklerdir.
5. Evet, Hak Teâlâ Hazretleri, o günün pek şiddetli olduğunu ihtar için tekrar buyuruyor ki: (Sonra hayır.. yakında bileceklerdir.) Hâşâ, kıyamet hakkındaki lâkırdıları doğru değildir. Yakında ölecekler, sonra da yeniden hayata erdirilerek kıyamet sahasına sevk edileceklerdir. Artık kıyametin nasıl bir hakikat olduğunu ve kendilerinin nasıl müthiş bir azaba uğradıklarını görüp bileceklerdir.
Bu ilâhî beyandaki tekrar, büyük bir tehdîdi ve söz konusu olan mes’elenin ehemmiyetine işâreti de içermektedir.
6. Yeri bir döşek yapmadık mı?
6. Evet.. Yüce Yaratıcı’nın kudretîle neler neler vücuda gelebilir. Onun muazzam kudreti, kıyamet gününü meydana getirmeğe de fazlasıyla kâfidir. Bir kere dış âleme bakıp da o Ezeli Yaratıcı’nın eşsiz eserlerini ibret gözüyle seyretmek icâbetmez mi?. İşte insanlığı uyanmaya dâvet için O Hikmet Sâhibi buyuruyor ki: Ey insanlar!. Bir kere düşünün (yeri bir döşek yapmadık mı?.) yer yüzünü insanların içinde barınabilmeleri için düzgün bir ikâmet yeri olmak üzere meydana getirmiş değil miyiz?. Siz bu mühim eseri görüyorsunuz, işte bu, ilâhî kudretin azametine şâhitlik eden birinci nevi bir yaratılış eseridir. “Mihâd” döşek, yatak, düzeltilmiş ve ıslâh edilmiş yer demektir.
7. Dağları da birer kazık yapmadık mı?
7. Yer yüzündeki (Dağları da birer kazık!.) yapmadık mı? O dağlar, yerlerin sükûnet üzere bulunmasını temin için birer kazık durumunda bulunmaktadır. Yer yüzünde yaşayanların ıztıraplara, heyecanlara düşmemelerine birer sebeptir. Ve ne kadar kaynakları, madenleri içermektedir. Binaenaleyh bu dağlar da ikinci nevi bir yaratılış eseridir. “Evtâd” Vetid kelimesinin çoğuludur, ki: Mıhlar, kazıklar ve kendilerine çadırların vesâirenin ipleri bağlanmak için yere çakılan demir demektir.
8. Ve sizleri çiftler olarak yarattık.
8. (Ve) Ey insanlar!. Şunu da düşününüz ki: (Sizleri çiftler olarak yarattık.) Sizleri erkek ve dişi zümrelerine ayırdık, bu sâyede dostlukta, birbirine yardımda bulunursunuz, nesilleriniz devam eder, aranızda sosyal bir bağ yüz göstermiş bulunur. Bu da üçüncü nevi, bir yaratılış eseridir.
“Ezvâç” kelimesi, çift, arkadaş, sığıf ve kadının kocası mânâsına olan Zevç kelimesinin çoğuludur ki: Erkeğe de dişiye de denir.
9. Uykunuzu da bir dinlenme kıldık.
9. Ey insan nev’i!. Sizin için (Uykunuzu da bir dinlenme kıldık.) geceleri rahata dalar, yorgunluklarınızı gidermeğe muvaffak olursunuz. Bu da dördüncü nevi bir yaratılış eseridir.
“Şubat” uzunca uyku, rahat ve istirahatı temin etmek için harekete nihâyet vermek mânâsınadır.
10. Geceyi de bir örtü kılmış olduk.
10. (Ve geceyi de bir örtü kılmış olduk.) Gecelerin karanlığı, bir elbise gibi vücutları örter, kapatır, gündüzlerin ışığıyla herkese karşı açıkça bulunan bir takım şeyler, geceler sâyesinde örtülmüş bulunurlar, Başkalarının öğrenmeleri arzu edilmeyen bir nice manzaralar geceler vastasîle nazarlardan korunulmuş olurlar. Maamafih elbiselerle insanların güzellikleri artar, kuvvetleri gelişir, sıcaklardan ve soğuklardan kurtulmuş bulunurlar, işte gecelerde de insanlar, uykuya dalıverirler, âzâları da istirahata dalıyor, yorucu düşüncelerden kurtuluyorlar, kendilerinde bir hafiflik yüz gösteriyor. Bu da beşinci nevi bir
yaratılış eseridir.
11. Gündüzü de bir geçim vakti yaptık.
11. Evet.. insanlara (Gündüzü de bir geçim vakti yaptık.) İnsanlar, gündüzleri de uykularından uyanırlar, yeniden hayata kavuşmuş gibi olurlar, çalışma alanına atılırlar, geçimlerini temine çalışırlar, bu da altıncı nevi bir yaratılış eseridir.
12. Ve üzerinize sağlam sağlam yedi gök binâ ettik.
12. (Ve) Ey insanlar!. Şuna da bir ibret gözüyle bakınız ki: Sizin (üzerinize sağlam sağlam yedi) kat gök (binâ ettik.) bir nice asırlardan beri aslâ bozulmamış bir kuvvet ve kudrete sâhip yedi gök tabakasını meydana getirdik, hepsi de pek sağlam, hepsi de âfetten, çözülüp ayrılmaktan korunmuş bulunuyor. Bu da yedinci nevî yaratılış eseridir.
13. Ve çok parıldayan bir kandil kıldık.
13. (Ve) Güneşi de gökte (çok parıldayan bir kandil kıldık.) o, pek büyük bir ışığı, fâideli bir sıcaklığı ihtiva etmektedir. Vakit vakit doğuyu ve batıyı aydınlanıp durmaktadır. Bu da sekizinci nevî bir yaratılış eseridir.
“Vehhâc” parlayıp duran, fazla ışık saçan şey demektir.
14. Ve o bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik.
14. (O) Yer yüzüne (o sıkıştıranlardan) yâni: Bulutları sıkıştırıp duran rüzgârlardan, onların vasıtalarıyla yâhut rüzgârlariyle sıkıştırılmaya mâruz kalan bulutlardan (şarıl şarıl bir su indirdik) çokça yağmur sularını meydana getirdik.
“Şeccâc” çokça akan, demektir.
15. Onunla daneler ve otlar çıkaralım diye,
15. Evet.. O yağmur sularını öyle bolca yer yüzüne indirdik (Onunla dâneler) buğday, arpa gibi gıda maddeleri (ve) çimenler, ağaçlar gibi (otlar) bitirerek istifâde alanına (çıkaralım diye).
16. Ve sarmaşık bahçeler yetiştirelim diye.
16. (Ve) Yer yüzünde insanların istifâdeleri için (sarmaşık bahçeler yetiştirelim) diye o yağmurları öyle bolca yağdırdık, işte bu yağmurlar da onların vasıtasîle meydana çıkarılan türlü türlü ürünlerde ilâhî kudretin büyüklüğüne, her şeye fazlasıyla kâfi bulunduğuna işaret ve şâhitlik eden dokuzuncu nevi, bir yaratılış eseridir. Artık dış âlemi kaplayan, dâima yaratıkların gözlerine çarpıp duran bu kadar eserleri, bu derece muazzam, fâideli eserler vücuda getirmiş ve getirmekte bulunan bir Yüce Yaratıcı, insanları da öldürdükten sonra tekrar, hayata nâil edip dilediği sahaya sevk etmeğe kaadir değil midir?. İnanıyoruz: Fazlasıyla kaadirdir.
Sana Yârabbi hamd-ü şüküredüp durmaktadır ekvan,
Seni isbat için her zerre bir bürhan-ı bahirdir.
Bütün elvah-ı hilkatten, bütün asar-ı fitretten,
Senin Ulviyyet-ü kutsiyyyeti bî şüphe zâhirdir.
“Elfâf” fazla sıklığından dolayı birbirlerine karışmış olan şeyler demektir.
17. Şüphe yok ki: O ayırt etme günü, tayin edilmiş bir vakittir.
17. Bu mübârek âyetler de inkârcıların yalan sandıkları kıyamet gününün, bir va’ad edilmiş zaman olduğunu beyan ile o inkârcıları kınıyor ve tehdîd ediyor, o günü inkâr edenlerin o günde ne müthiş azaplara uğrayacaklarını bildiriyor. İlâhî âyetler yalanlayan dinsizlerin bütün fenâlıkları Allah katında bilinip ve bir kitapta yazılı olup kendilerini ebedî bir azaptan kurtulamayacaklarını şöylece beyan buyurmaktadır. (Şüphe yok ki: O ayırt etme günü) O inkârcıların alay yoluyla soruşturdukları kıyamet zamanı ki: O, yaratıklar arasındaki muhtelif inançların, düşmanlıkların hâlledileceği bir gündür. İşte o gün; Cenab-ı Hak’kın takdirîle, ezeli ilmi ile (tâyin edilmiş bir vakittir.) o herhâlde meydana gelecektir. Onu inkâra mahal yoktur.
18. O gün ki: sûre üfürülür, artık bölük bölük geliverirsiniz.
18. (O gün ki) O haşr ve neşr günü ki, İsrâfil Aleyhisselâm tarafından (sûra üfürülür) ikinci üfürülme vuku bulur, (artık) Ey insanlar!. Hepiniz (bölük, bölük) takım takım cemaatler hâlinde durmaktasınız durağa, hesap mahalline (geliverirsiniz.) orada muhtelif cemaatler toplanmış olurlar. Dünyadaki amellerine göre çeşitli vaziyetlerde bulunurlar, samimi mü’minler, güzel birer sîma ile haşrolunurlar, isyân ve kötülük edenler kâfirlerden çirkin bir şekilde mahşere sevk edilmiş olacaklardır.
19. Gök de açılmış, artık kapı kapı oluvermiştir.
19. O kıyamet gününde meleklerin inmeleri için vesâir faydalardan dolayı (Gökte açılmış) kendisinde o kadar fazlaca açıklık meydana gelmiş olur ki: Sanki göğün genel görünümü (artık kapı kapı oluvermiştir.) o gök öyle bir değişime saha olmuştur.
20. Dağlar da yürütülmüşte, su gibi görülen bir hayâl olmuştur.
20. O kıyamet gününde (Dağlar da yürütülmüş) o kadar sağlamlıklarına rağmen yerlerinde sâbit bir hâlde bulunamamış (su gibi görülen bir hayâl olmuştur.) Öyle ki: Karşıdan bakılacak olsa bir su gibi görünür, yanına yaklaşılacak olsa bir şey bulunmuş olmaz, o darmadağın olarak uçmuş, bir hayâl mesabesinde kalmış gibi olur.
“Serab” çölde uzaktan su gibi görünen bir hayâldir ki: Işığın kırılmasından ileri gelir.
21. Muhakkak ki: Cehennem, bir gözetilen yerdir.
21. (Muhakkak ki:) O kıyamet gününden (Cehennem, bir gözetilen yerdir.) orada bulunan cehennem bekçileri, cehenneme sevk edilecek kimselerin gelmelerini beklemekte bulunurlar, tâ ki: Onların haklarında ilâhî azabı tatbik vazîfelerini yerine getirsinler.
“Mirsâd” gözetilen yer, gözetim mahalli, geniş yol mânâsınadır.
22. Azgınlar için bir dolaşılıp gidilecek yerdir.
22. O cehennem (azgınlar için) Cenab-ı Hak’kın hükümlerine, âyetlerine karşı inkârcı, kibirli vaziyet alıp, muhalefette, karşı olmada bulunan inkârcılar için (bir dolaşılıp gidilecek yerdir.) onların dönüp gidecekleri yer nihâyet o cehennemden başka değildir.
“Tagî” dik başlı, âsi, azgın kimse demektir.
23. Onun içinde asırlarca kalıcılardır.
23. Öyle azgın kimseler (Onun içinde) o cehennem ateşinde (devîrlerce) sonsuz asırlarca (kalıcılardır.) onların azap müddeti son bulmayacaktır. Böyle bir azap, kâfirlere mahsus bulunmaktadır.
“Ahkâb” uzun, bilinmeyen zaman müddetleri demektir, dehr, sonsuz müddet mânâsında kullanılmaktadır. Tekili “Hukbe” dir “Meâb” dönüp gidilecek yer mânâsınadır.
24. Orada bir serinlik içilecek bir su tadamazlar.
24. O cehenneme atılacak olan azgınlar (Orada) o cehennemde (bir serinlik) o ateşîn tesirini azaltacak bir şey (ve içilecek bir su) bulup (tadamazlar.) hararetlerini, yanıp yakılmalarını azaltacak bir şeye nâil olamazlar.
25. Ancak bir kaynar su ve bir irin tadarlar.
25. Onlar cehennemde (Ancak bir kaynar su ve bir irin) tadarlar, onlar, bundan başka bir su bularak onunla hararetlerini gideremezler.
“Hamîm” kaynar su, sıcak yağmur demektir. “Gassâk” da Sedîd, yâni: İrin, kan ile karışmış ince sudur ki, asıl cehennemin gövdesinden çıkar.
26. Uygun bir cezâ olarak.
26. O cehenneme atılacaklar, kendi kötü amellerine (Uygun) o günahlarına göre (bir ceza olarak..) öyle cehennem ateşine atılmış bulunacaklardır. Âhirette herkesin cezası, dünyadaki hâlleriyle uygun bir şekilde olacaktır. Küfür ise en büyük bir isyân olduğundan onun cezası da en büyük azap olan ebedî cehennem ateşidir.
“Vifâk” iki şey arasındaki uygunluk ve ceza ve rast gelmek mânâsınadır.
27. Şüphe yok ki, onlar, bir hesabı ummaz olmuşlardı.
27. Evet.. Onlar, böyle bir cezaya lâyık olmuşlardır. Zira, (Şüphe yok ki, onlar) o inkârcı kimseler (bir hesabı ummaz olmuşlardı.) dünyadaki amellerinden dolayı âhirette bir muhasebeye tâbi olacaklarına ihtimâl vermez bulunmuşlardır. Âhiret hayatını yalanlıyorlardı.
28. Ve âyetlerimizi yalan saymakla yalan sayar olmuşlardı.
28. Evet.. Onlar pek kötü kanaatlerde bulunmuşlardı. (Ve) Özellikle (âyetlerimizi) Allah’ın birliğine ve âhiret hayatına işaret ve şâhitlik eden delilleri, kanıtları (yalan saymakla yalan sayar olmuşlardı.) Kur’an-ı Kerim’in beyanlarına inanmıyorlardı. bir nice isyânları işliyor, onlardan dolayı mesul olacaklarını hiç düşünmüyorlardı.
29. Ve her ne şey var ise biz onu bir kitapta saydık kaydettik.
29. Halbuki: O inkârcıların bütün harekât ve sükûnları Allah katın bilinmektedir. (Ve her şey var ise) Bütün kevni olayları ve o meydanda o inkârcıların da bütün arzu ve düşüncelerini (bir kitapta saydık.) muhafaza ettik, levhi mahfuzda veya hafaza meleklerinin sahifelerinde kaydettik.
30. Artık tadınız, imdi size azaptan başkasını artırmayacağızdır.
30. Hak Teâlâ Hazretleri, o inkârcıların pek çirkin hâllerini beyandan sonra haklarındaki tehdidi arttırmak için de buyuruyor ki, (artık) ey kâfirler!. Dünyada iken bu hesap ve ceza gününü inkâr ve ilâhî âyetleri yalanlar olduğunuzdan dolayı şimdi bu âhiret âleminde ebedî azabı (tadınız) siz ancak o kötü inançlarınızdan, amellerinizden dolayı böyle cehennemin eksilmeyip dâima artan azapları içinde kalmış bulunacaksınızdır. İşte küfrün ebedî ve pek şiddetli neticesi, bundan ibarettir. Bu âyeti kerîme, dinsizler hakkında pek şiddetli bir tehdidi içermektedir.
31. Muhakkak ki, takva sahipleri için kurtuluşa erecek bir yer vardır.
31. Bu mübârek âyetler de takva sâhibi zâtların kavuşacakları uhrevî mükâfatları bildiriyor. O meydana gelmesi muhakkak olan âhiret âleminde bir takım yüce, ruhanî mahlûkların nasıl saf tutmuş olacaklarını haber veriyor. O gün için
tedarikli bulunmanın lüzumuna işaret ediyor. İnkârcıları tekrar tehdîd ederek onların âhirette nasıl pişmanlıklar içinde kalacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Takva sâhibi zâtların âkıbetleri pek güzeldir. Evet.. (Muhakkak ki, takva sâhipleri için) küfürden sakınan, haram şeyleri işlemeyen, Allah’ın azabından korkan zâtlara mahsus (kurtuluşa erecek bir yer vardır.) onlar, âhirette kurtuluş ve selâmete vesîle olacak bir mâkama nâil olacaklardır.
“Mefaz” zafer ve kurtuluşa erecek yer ve ova, sahra mânâsınadır.
32. Bahçeler ve üzümler vardır.
32. Evet.. O takva sâhibi zâtlar için (Bahçeler ve üzümler) vardır. Onlar, öyle kurtuluş ve safâ sahâlarına kavuşacaklardır.
“Hadâik” çeşitli ağaçları, meyveleri bulunan bostanlar demektir.
“Anab” de yaş üzüm demek olan “İnebin” çoğuludur. Üzüm bağları yerinde de kullanılmaktadır.
33. Ve nâr memeli, hep bir yaşta cariyeler vardır.
33. (Ve) O takva sâhibi kullar için cennetlerde (nâr memeli) memeleri büyüyüp gelişmiş, kabarmaya başlamış, turunç bir hâle gelmiş (hep bir yaşta) on altı yaşlarında pek genç cariyeler de vardır.
“Kevâib” memeleri kabarmaya başlamış kızlar demektir. “Etrâb” da aynı yaşta bulunan kimselerdir.
34. Ve dop dolu kâseler vardır.
34. Ve o takva sâhipleri için cennetlere (Dopdolu kâseler) de vardır ki, billûrdan yapılmış şeffaf kadehlerdir. Onlar ile teiniz, lezzetli suları içer, zevk alırlar.
“Dihâk” ağzına kadar su ile dolmuş demektir.
35. Orada bir boş lâkırdı ve bir yalanlama işitmezler.
35. O cennete giren zâtlar (Orada) o cennette (bir boş lâkırdı) söylemezler, ve dinlemezler (ve bir yalanlama işitmezler.) birbirlerini yalanlamazlar, dâima uyanık, pek güzel bir akıl ve şuura sâhip bulunurlar. İçecekleri temiz, lezzetli sular, şerbetler, dünya şarabı gibi zararlı, akılları sarsacak bir mahiyette değildir.
36. Bunlar Rabbinden bir mükâfat ve bir yeterli ihsandır.
36. Evet.. Takva sâhipleri böyle nîmetlere nâil olurlar, bütün bunlar (Rab’binden bir mükâfat ve bir yeterli ihsândır.) Allah tarafından o takva sâhibi zâtlara ihsân olarak verilen birer yeterli hediyeden ibarettir, mahiyeti her türlü düşüncenin üstündedir.
37.Göklerin ve yerin ve bunların aralarındakinin Rabbi Rahman ki: İnsanlar O’na karşı konuşmaya yetkili değillerdir.
37. Evet. O âlemlerin Rabbi (Göklerin ve yerin ve bunların aralarındakilerin Rabbi) dir ki: O (rahmân) ve rahîm olan bir Kerem Sâhibi Yaratıcıdır (ki: Ondan bir hitaba mâlik olamazlar.) semâlardaki ve yerlerdeki malûkattan hiç biri, O Yüce Yaratıcının müsaadesi olmadıkça o ezeli Mâbud ile konuşma ve hitab etmeye, ondan bir şey istemeye, şefaatte bulunmaya selâhiyetli bulunamazlar, Onun azamet ve yüceliğine, umumi hâkimiyetine karşı bütün mahlûkatın tam bir hürmetle teslimiyette bulunmaları icabeder.
38.O gün ki: Ruh ve melekler saf saf ayakta duracaklardır. Kendisine Rahmanın izin verdiğinden başkaları konuşamayacaklardır ve o da doğruyu söylemiş olur.
38. Evet.. (O gün ki:) O kıyamet zamanı ki: (Ruh ve melekler saf saf ayakta duracaklardır) Pek saygılı bir vaziyet alacaklardır. (Kendisine Rahmân’ın) Cenab-ı Hak’kın (izin verdiğinden başkaları konuşamayacaklardır.) Bir şey talebine, bir kimse hakkında şefaatte bulunmaya cür’et edemeyeceklerdir. (ve) Kendisine Allah tarafından izin verilen herhangi bir zât da (doğru söylemiş olur.) O doğru sözlü bir zât olduğundan dolayıdır ki: Öyle bir ilâhî izne nâil olmuştur. Cenab-ı Allah’tan bâzı mü’minler hakkında şefaatte bulunmaya izin verilmiştir. Diğer bir görüşe göre de ruh ile melekler, ancak dünyada iken doğru söylemiş olan kimse hakkında söz söyleyerek şefaatte bulunabilirler.
Bu âyet-i kerîme’deki ruhtan maksat, ya Cebrâil Aleyhisselâm’dır, veya hafaza melekleridir. Veya meleklerin en şerefli bir zümresidir. Veya melâike kabilinden olmayan başka Allah’ın askerleridir veya mü’mîn olan Âdem Oğlunun ruhlarıdır. İşte bunlar, bu kadar yüksek bir mertebeye nâil bulunmuş oldukları hâlde yine o kıyamet günü ilâhî müsaade olmadıkça hitab etmeye selâhiyetli bulunmayacaklardır.
39. İşte bu, hak olan gündür, artık kim dilerse Rabbine sığınacak bir yer edinsin.
39. (İşte bu) kıyamet zamanı (o hak olan gündür.) o sâbit, meydana geleceği muhakkak, olan ve kararlaştırılan bir muhakeme ve muhasebe gününden ibarettir. (Artık kim dilerse Rab’bine sığınacak bir yer edinsin.) Yâni: Sâlih amellerde bulunarak o sâyede Cenab-ı Hak’ka mânen yakınlaşmaya, onun sevabına, lütuf ve ihsânına erişmeye lâyık bulunsun.
40. Şüphe yok ki: Biz, sizi yakın bir azab ile korkutmuş olduk. O gün ki: Herkes iki elinin ne yapmış olduğuna bakacaktır. Kâfir de: Ah ben keşke, bir toprak olaydım, diyecektir.
40. Hak Teâlâ Hazretleri, kullarını uyanmaya dâvet için lütfen şöyle de, buyuruyor: (Şüphe yok ki, biz) Kudret ve azamet sâhibi olan yüce zatını (sizi) Ey insanlar!. (yakın bir azap ile korkutmuş olduk.) Kâinatın yaradılışına göre vuku bulacağı yakın olan kıyamet azabı ile tehdîd etmiş bulunduk. Zâten her gelecek şey, yakın mesabesinde bulunmaktadır. Artık o gün için hazırlanmalıdır. (O gün ki: Herkes iki elinin) Daha dünyada iken (ne takdim etmiş olduğuna) nasıl işler ile meşgul bulunmuş olduğuna (bakacaktır.) dünyada iken hayır mı yapmış, yoksa şer mi işlemiş olduğunu dikkate alacaktır, o yaptığı şeylere göre, mükâfat veya ceza görecektir. (Kâfir de) Herhangi bir dinsiz de uğradığı şiddetli azaplardan dolayı heyecanlarını, üzüntülerini göstererek (ah ben keşke) âhirette veya daha dünyada iken (bir toprak olaydım) mükellef olmayan bir taş, bir toprak mahiyetinde bulunsa idim de şimdi bu azaplara mâruz kalmasa idim.
(diyecektir.) Böyle boş yere pişmanlık gösterecektir, Heyhât ki: Artık pişmanlığı kendisine bir fâide veremeyecektir. Binaenaleyh her akıl sâhibi insan için lâzımdır ki: Daha dünyada iken, daha fırsat elde iken hayatını tanzim etsin üzerine düşen kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışsın, yapmış olduğu kusurlardan dolayı pişmanlık duyarak tevbe ve istiğfarda bulunsun, takva, ibâdet ve itaat yolunu çalışarak muttakî kullar hakkındaki ilâhî müjdelere kendisi de aday olsun, kerîm, rahîm olan yaratıcımızdan böyle bir müjdeye kavuşma niyâzında bulunuruz, Başarı Allah’tandır.
ECELİ KAZA VE ECELİ MUSEMMA NEDİR, MAKTUL ÖLDÜRÜLMESEYDİ YAŞAYACA MİYDİ?
Ecel: belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu demektir.
Birşey için belirlenmiş zaman dilimine ecel denir. İnsanın veya herhangi bir canlının eceli, kendisine tâyin edilen ömürün sonu yani ömrünün bittiği tarihtir. Örneğin:
قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
[028.028] [DV] Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki 8ecelden (süreden) hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.
Bir de ecel ile ömrü karıştırmamak lazım. Ömür yaşanan süredir ecel de bu surenin son tarihidir. Aşağıdaki Ayeti kerimede beyan edildiği gibi eceli musemma ve eceli kaza olmak üzere iki ecel olduğu gibi yaşanan ve yaşanabilecek olan olmak üzere de iki ömür vardır. Eceli kaza yaşanabilecek olan en uzun ömrün son tarihidir, eceli müsemma da yaşanan ömrün son tarihidir. Bu kısa girişten sonra ilgili ayetlere geçebiliriz.
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ
6/2-O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin eden ( her insan için optimal şartlarda azami yaşama süresini yani miadını belirleyen)dir.. Bir de O’nun katında adı konmuş (zamanı kesin belirlenmiş) bir ecel vardır; sonra bir de şüphe edersiniz.
Burada geçen ecel-i kaza nedir, ecel-i müsemma nedir? Bu konuda müfessirler ne düşünmüştür veya nasıl yorumlamışlardır, bunun gerçeği nedir? Bunları sorgulamağa çalışacağız. Bu ayete müfessirlerin verdikleri meali aşağıya alıyorum:
[006.002] [DI=Diyanet İşleri] O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O’nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
[006.002] [DV=Diyanet Vakfı] Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. [Not: Burada ecel-i müsemma’ya kıyamet günü manası verilmiştir.]
[006.002] [E0= Elmalılı Orjinal] O, o hâlıktır ki sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir eceli bitirdi bir ecel de nezdinde müsemmâ, sonra da siz daha şübhe ediyorsunuz
[006.002] [E1=Elmalılı sadeleştirme 1] O, öyle bir yaratıcıdır ki, sizi çamurdan yarattı, sonra bir eceli bitirdi. Bir ecel de O’nun katında adlandırılmıştır. Sonra da siz daha şüphe mi ediyorsunuz?
[006.002] [E2=Elmalılı sadeleştirme2] Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen bir ecel de (kıyamet zamanı) O’nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.
[006.002] [FK=Fi zilal-il Kuran] O sizi çamurdan yaratan, sonra da ecelinizi belirleyendir. Ayrıca O’nun katında tasarıya bağlanan bir vade daha vardır. Gerçek böyleyken sizler kuşkuya kapılıyorsunuz.
[006.002] [IK=İbni Kesir] O’dur; sizi, bir çamurdan yaratan. Sonra da size bir ecel tayin eden. Bir de O’nun katında belli bir ecel vardır. Siz hala şüphe edip durursunuz.
[006.002] [ON=Ömer Nasuhi] O, o Halık-ı Azîm’dir ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel takdir etti ve O’nun nezdinde mâlûm bir ecel de vardır. Sonra da siz şüphe ediyorsunuz.
[006.002] [SY=Suat Yıldırım] O, sizi bir çamurdan yaratan, sonra size bir ecel, bir ömür süresi tayin edendir. Bir de O’nun nezdinde muayyen bir ecel vardır. Sonra, bir de kalkmış şüphe ediyorsunuz!
[006.002] [TK=Tefhimul kuran] Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’dur. Adı konulmuş ecel, O’nun katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılmaktasınız.
[006.002] [Muhammed Esed] 2 O’dur sizi balçıktan yaratan ve sonra [sizin için] bir ömür tayin eden, [yalnızca] O’nun bildiği bir ömür.2 Ama hâlâ şüphe edip durursunuz, [Not:2 Lafzen, “ve O’nun katında bulunan bir ömür” -yani, yalnız O’nun bildiği (Menâr VII, 298). Bazı otoriteler, buradaki “ömür”ün dünyanın bitimine ve sonraki yeniden dirilişe işaret ettiği görüşünde oldukları halde diğerleri onu bireysel insan hayatı ile ilişkilendirirler. Diğer bazısı da, kelimenin ilk kullanımında münferit insan hayatına bir atıf görürken ikincisinin Kıyamet Günü’ne atıfta bulunduğunu iddia ederler. Bu son yoruma göre cümlenin bitiş ifadesi, “ve (başka) bir ömür daha vardır…” şeklinde çevrilebilir. Ancak Kur’an’da ecelun musemmâ ibaresinin başka yerlerde de sıkça kullanılması karşısında, burada en doğru çeviri, “[O’nun tarafından] tesbit edilen” veya “[O’nun tarafından] bilinen bir ömür” şeklinde olabilir, yani, hem münferit insan hayatına, hem de bir bütün olarak dünyaya ilişkin bir ömür.]
[006.002] [Y.N.Öztürk] 2. Sizi bir balçıktan yaratmış olan O’dur. Sonra hüküm verip bir süre belirlemiştir. Belirlenmiş başka bir süre de onun katındadır. Bütün bunlardan sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz.
Yukarıdaki meallerde görüldüğü gibi gerek ecel-i kaza ve gerekse ecel-i müsemma konusunda sarih bir fikir beyan eden yoktur. Fakat ecel-i müsemmanın geçtiği bütün ayetler göz önünde bulundurulursa buradan neticeye varmak hiç de zor olmayacaktır. Zaten K.Kerimin ayetleri bir birinin müfessiri durumundadır. Diğer ayeti kerimelerde net görüldüğü gibi ecel-i müsemma, adı konmuş, netleştirilmiş , aşılması imkânsız bir süreyi ifade eder. Ecel-i müsemmayı aşmak imkânsızdır. Bu ecel-i müsemma fert planında olduğu gibi toplum planında da aşılması imkânsız muayyen bir süreyi ifade eder. Ne fert bu süreyi bir saniye ileri alabilir ne de geri. Toplum için de durum aynıdır; süresi dolup yıkım anı gelen toplum veya devlet yıkıma uğrar ve bunların yıkım süresini kimse geciktiremez ve öne alamaz da. Demek ecel-i müsemma, saniyesi saniyesine tespit edilmiş zaman dilimi demektir. Aşağıya aldığım ve bu kelimenin geçtiği ayeti kerimelerin incelenmesinde bu, gayet net olarak görülecektir.
Peki, ecel-i kaza ne demektir?
İşte bunu da net olarak açıklığa kavuşturmağa çalışalım. Yukarıdaki ayeti kerimeye dikkatle bakılınca bu da gayet sarih olarak görülebilmektedir. Şöyle ki; “sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel=süre tayin etti. İmal ettiği her canlı için bir miat koydu, yani bir dayanma süresi koydu. Bu miat sadece canlılar için de değil, bütün yaratıklar için de koydu. Örneğin her yıldızın, her gezegenin, her galaksinin bir dayanma gücü vardır. Bu süreyi dolduran yıldız veya güneş yakıtını (hidrojen, helyum vs. cinsinden olan yakıtını) tüketir, ışığını kaybeder, üstüne kabuk bağlamağa başlar, nihayet artan iç ısısı ve basıncından dolayı patlar, uzaya saçılır, artık bir yıldız olarak değil, başka şeyler olarak varlık aleminde varlığını sürdürür…İşte ecel-i kaza budur, yani azami yaşama süresi, yani azami ömür. Her cins varlık için bu farklıdır. İnsanlar için azami yaşama süresi 130-150 sene kadardır. Bazı canlılar için yaşama miadı 40-50 gündür, arılar gibi. Bu süre bakteriler için 2-3 gündür. Ağaçlar arasında yaşama süresi (miadı) en uzun tutulan ağaç, çınar ağacıdır, bin-bin beş yüz sene kadar yaşar ama, sonunda o da miadını doldurur, yıkılıp gider, hiçbir kazaya, belaya uğramazsa da. Kazaya uğrayan varlıklar bu ecel-i kazaya (miadına) kadar hayatiyetlerini sürdüremezler. İşte burada ecel-i müsemma devreye girer. Eceli kaza’ya kadar yani miadını doldurup ölenler çok azdır, ekseriyetle yaşama şartlarına tabi olarak daha erkenden ölürler. İşte bunun, canlı veya cansız bu varlığın hangi ortam ve şartlarda bulunacağını ve bu şartlar altında miadının (eceli kazasının) kaçta kaçında hayatının son bulacağını bildiği için onu yazmıştır, Allah’ın bilgisi şaşmadığı için eceli müsemma da değişmez diyoruz. Nitekim ömrün kısaltılabileceği fatır suresi 11. ayeti kerimesinde bildirilmektedir:
وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Allah sizi (önce) topraktan, sonra da bir nütfeden (spermden) yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiç bir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya [sümme kada ecelen hükmünce) ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah’a kolaydır.
Burada ömrün kısalması, eceli kazaya yani genetik yapısına bağlı olarak optimal şartlar altında ve hariçten gelecek bir kaza ve belaya uğramadığı takdirde yaşayabileceği azami süreye göredir. Dolayısıyla hiçbir kimsenin eceli müsemması eceli kazasına kadar uzamaz. Ona ne kadar yaklaşırsa ömrü o kadar uzamış, ondan ne kadar uzakta kalırsa o kadar kısalmış sayılır. Örneğin eceli kazasına göre ömrü 150 sene olan bir kimsenin hayatı, yaşam şartlarına bağlı olarak 5-10 sene içinde sonlanabileceği gibi 100 sene ve daha fazla da olabilir. İşte bunlar da eceli müsemmaya göre o kişinin ömrüdür.
Özetlersek “ecel-i kaza” herhangi bir varlığın, yaratığın varlığını sürdürebileceği azami süredir. Bu süre her tür için farklı olduğu gibi aynı türün her ferdi için de genetik yapısına bağlı olarak da farklıdır. Her insan optimal şartlarda, hiçbir kazaya belaya uğramadan yaşasalar da her insanın yaşam süresi eşit olmaz, bunu etkileyen faktör, genetik yapısıdır. Her varlık en uygun ortamda olamayacağından çoğu, yaşayabileceği azami süreye yani ecel-i kazaya ulaşamaz, daha erken yaşama imkânını kaybeder, işte buna da ecel-i müsemma denir. Ömrün uzayıp kısalması, yaşam şartlarına bağlıdır. Hızlı yaşayan, yani içki kumar, sıgara, stres gibi insanın bünyesini erken yıpratan işleri yapanlar, miadından (ecel-i kaza yani azami ömründen) çok önce ölür. Daha sakin yaşayan, sağlık şartlarına uygun olarak beslenen kimseler de ecel-i kazaya yakın bir zamana kadar yaşayabilirler. Ama bu yoldayken beklenmedik kazalar da ecel-i müsemmanın daha erken yakasına yapışmasına sebep olabilir. Başka bir örnek verirsek; Bir ilaç fabrikası çıkardığı bir ilaç için etiketine, beş senelik bir miat tarihi koyuyor. Bu, şu demektir: Bu ilac, şu ısı derecesinde, kuru bir yerde muhafaza edilirse bu kadar süre, etkinliğini muhafaza eder. Peki siz bu ilacı sıcak bir ortamda veya güneşin karşısında bekletirseniz ne olur? Bu ilaç, miadını doldurmadan etkinliğini kaybeder yani eceli erken gelmiş olur. İnsan da böyledir, sağlık kurallarına uymayan, yaşayabileceği zamana (yani ecel-i kazaya) kadar yaşayamaz, daha erken ecel gelir, bu ecele de ecel-i müsemma denir, bu ecel geldi mi ertelenmez, fakat gelmeden önce alınacak tedbirlerle geciktirilebilir. Buna göre ömür, kısalabilir de, uzaya bilir de. Fakat hiçbir zaman ecel-i kazayı geçemez. Nitekim ayet-i kerimeler de bunu bildirmektedir:
وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
[035.011] [E0] Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir nufteden yarattı, sonra sizi çiftler kıldı, onun ılmine ıktiran etmeksizin ne bir dişi hâmil olur (hamile kalır) ne de vaz’eder (yani doğurur), bir yaşatılana çok ömür verilmek de, ömründen eksiltmek de behemehal bir kitabda yazılıdır, şübhe yok ki o Allaha göre kolaydır
يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ
[013.039] [DI] Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O’nun katındadır.
وَإِن مَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ
[013.040] [DV] Biz, onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.
Bu ayeti kerimelere göre ömür uzar da, kısalır da, tabii ki şartlara bağlı olarak. Fakat bu şartlara bağlı olarak tayin edilen ecel (ölüm anı), ne ileri ve ne de geri alınır, bu, kesin bir hükümdür.Keza, Allah’ın onayı olmadan da hiçbir şey olmaz. Bir kimse uğradığı bir kaza neticesinde ölmüşse Allah’ın (cc) onayıyla ölmüştür, kaza neticesinde değil, ölümüne hükmetmemişse bir sebep yaratır, yine kurtarır. Keza maktulun ölümü de böyledir; Allah hükmetmeden ölemez, ancak Yüce Allah, ölümüne hükmederse ölür.Katil de tabii şartlarda ölümüne sebebiyet verebilecek bir darbı yaptığı için mesuldür. Peki öldürülen kişi, o anda öldürülmeseydi yaşamı devam edecek miydi” diye bir soru sorulursa, evet, Yüce Allah dileseydi yaşamaya devam edebilecekti, fakat o adamın ölümcül darbıyla Allah da ölümüne onay vermiştir, onay vermezse zaten ölemez, yaşamaya devam ederdi. Katil de maktulun ecel-i kazasından önce ölümüne sebebiyet verdiği için mesuldür. Maktulun miadına kadar yaşama hakkı vardı ama katil bunun önünü kesti, eceli müsemmasını erkene aldı, ömrünün kısalmasına sebep oldu. İşte bunun için katil mesuldür, bazılarının dediği gibi sırf öldürme kastiyle vurduğu için değil. Bazıları diyor ki , “maktul zaten ölecekti o öldürmeseydi de, katilin burada günahkar olmasının sebebi sadece öldürme niyetiyle vurmuş olmasıdır” derler.
************
Devam edecek
————————-
susran
13 Ekim 2011, 07:09:54 ÖS
Jr. Member
Mesaj Sayısı: 73
Bu konuda bir emekli müftüyle bir tartışmamız olmuştu, konuya açıklık getireceği için o tartışmayı aşağıya alıyorum:
-Soru: İnsan eceli gelmeden ölür mü?
-Müftü: Hayır, ölmez.
-Soru: Maktul eceliyle mi ölüyor?
-Müftü: Evet, eceliyle ölüyor.
-Soru: Eceli musemmasiyle mi ölüyor, eceli kazasiyle mi?
-Müftü:Ben eceli müsemmayla mi ölüyor, eceli kazayla mi onu bilmiyorum ama eceliyle ölüyor, eceli gelmeden kimse ölmez.
Soru: Öldürülen kişi, katili tarafından öldürülmeseydi yine de ölecek miydi?
-Müftü: Evet, ölecekti, onun ömrü o kadardı.
-Soru: O zaman katil neden günahkar oluyor, en ağır bir günahı yüklenmiş oluyor? Madamki o kişi ölecekti, Rabbi öyle takdir etmişti, katil de onu öldürmekle Allahın takdirinin gerçekleşmesine hizmet etmiştir, mükafat bile alması gerekirken neden tekdir ve ceza alıyor?
-Müftü: Allah’ın yasakladığı bir fiili yapmaya teşebbüs ettiği için cezayı hak ediyor. Yani öldürme niyetiyle vurduğu için günahkar oluyor, öldürdüğü için değil, ömrü tükenmiş, zaten de ölecekti.
-Soru: Peki, birisi öldürme niyetiyle vursa, fakat isabet ettiremezse veya basit bir yarayla öldürmek istediği kişi kurtulsa kıyamet gününde bu adama katillik cezası verilecek mi? [Tabii ki bu dünyada buna, öldürme niyetiyle vurdun diye katillik cezası verilmez]
-Müftü: Hayır. Öldürmedi ki katillik cezası verilsin ahirette?
-Soru: Ama “öldürme niyetiyle vurduğu için katil oluyor” demiştin. O zaman öldürme niyetiyle vurup da öldüremeyenin de katil olması ve tam katillik cezasına çarptırılması gerekmez mi bu sava göre.
-Müftü: Peki sizce durum nedir?
-Cevap: Bence ömrü bitmiş, öldürülse de öldürülmezse de ölecek olsaydı katile o kadar ağır ceza verilmezdi ve verilmesi de gerekmezdi..Böyle ağır bir cezayı hak etmesi için yaşama imkanı olan ve yaşamaya devam edecek olan bir kimsenin yaşamına son vermesi başka bir deyişle ömrünü kısaltması gerekir.Yoksa olacak olan bir şey için sırf kötü niyetinden dolayı en ağır cezaya müstahak sayılmazdı.
-Müftü: Peki, bu adam öldürülmeseydi yaşamaya devam edecekmiydi?
-Evet, yaşamaya devam edecekti, ta eceli kazasına kadar,yani yaratılırken konan miadını doldurana kadar. Bu adam onun ömrünü kısaltmıştır. Katil, Allah’ın kaderine (koyduğu ölçülere) göre öldürücü bir darbe vurmuştur, Allah (cc) da ölümüne izin vermiş o da ölmüştür. Yüce Rabbimiz bu olacakları vukuundan çok öncesinden bildiği ve ölmesine de onay verecek olduğu için o tarihi maktul için eceli müsemma olarak yazmıştır. Eceli müsemmanın tespitinde etken olan sadece katillik değildir: Yaşam şartlarının kötülüğü, sağlık bilgilerinin noksanlığı, veya bildiği halde sağlık şartlarına uymaması veya karşısına çıkan bir takım kazalar ve belalar.. Bütün bunlar ilahi kanunlar (ölçüler) dahilinde eceli müsemmanın tespitinde etkendirler. Bu durumu dile getiren bir hadisi şerif vardır:
İbn Mes’ud’un bildirdiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere bir dörtgen çizdi. Sonra, onun ortasını boydan boya keserek dışarı çıkan bir hat çizdi. Bu hattın içte kalan kısmına doğru bir çok küçük hatlar çizdi ve dedi ki: “Şu hat insandır. Şu onun ecelidir; kendini çepeçevre sarmıştır. Şu dışarı uzanan bölüm onun emelidir. Şu küçük hatlar da başa gelenlerdir. Şu hat onu alt etmezse bu eder. Bu da alt etmezse bu eder.
Görüldüğü gibi şartlara göre ömür kısalır veya biraz daha ileri götürülebilir fakat hiçbir zaman hiçbir kimse eceli kazayı geçemez. “Sıla-i rahim ve sadaka ömrü uzatır” hadisi şerifi de bu şekilde izah edilebilir. Yani sadaka ve sila-i rahim miadına (eceli kazaya) doğru ilerlerken yolunu kesen bu engellerden atlayıp yoluna devam etmesinde yardımcı bir sebep olur.
Nuh kavminin durumu da buna güzel bir örnektir, Şöyle ki:
71/NÛH-1: İnnâ erselnâ nûhan ilâ kavmihî en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh’u kendi kavmine: “Kavmini onlara, elîm azap gelmeden önce uyar.” diye (resûl olarak) gönderdik.
71/NÛH-2: Kâle yâ kavmi innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
(Hz. Nuh, kavmine) şöyle dedi: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım, (öyle ki).”
71/NÛH-3: Eni’budûllâhe vettekûhu ve etîûn(etîûni).
Allah’a kul olmanız, O’na karşı takva sahibi olmanız için. Ve bana itaat edin (tâbî olun).
71/NÛH-4: Yagfir lekum min zunûbikum ve yûahhırkum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne ecelallâhi izâ câe lâ yuahhar(yûahharu), lev kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
(Ki, Allah da) sizin günahlarınızı mağfiret etsin ve sizi belirlenmiş bir zamana kadar tehir etsin (şimdi helak etmeden yaşatsın)! Muhakkak ki Allah’ın eceli (onun onayladığı an) gelince tehir edilmez. Keşke bilmiş olsaydınız.
Görüldüğü gibi iman etmeyen Nuh kavmi hayat yolculuğunda yüzde yüz helak edici bir engelle karşı karşıyadır, bu tehlikeden kurtuluş için iman etmekten başka çareleri yoktur, iman eden mutlak surette suda boğulmaktan kurtulacaktır, aksi takdirde boğulup gideceklerdir. Tabii ki bu tufanda boğulmaktan kurtulan için artık ölüm yok demek değildir, dolayısıyla yaşam yolculuğuna devam ederken yine önlerine yolunu kesecek değişik engeller çıkacaktır, durumuna göre de kiminin ölümüne onay verilecek, kiminin de yaptığı dua, verdiği sadaka vs sayesinde tehlikeyi atlatması sağlanacaktır..
Özetlersek:
İki tane ecel vardır: 1)Eceli Kaza. 2)Eceli Musemma.
Eceli Kaza: Bir kişinin optimal şartlarda genetik yapısına bağlı olarak yaşayabileceği azami sürenin (azami ömrün) sona ereceği tarihtir. Fakat bu tariha kadar yaşamak kolay değildir.Doğduğu andan itibaren hayatını tehdit eden bir çok etkenlerle sık sık karşılaşmak herkes için mukarrerdir.Kişi bunlardan bir kısmını atlatabilir ama sonunda birine yenik düşer. İşte bu yenik düştüğü tarih de eceli musemmasıdır ki bu da ancak Allah (cc)nın onayıyla gerçekleşir, O, onay vermeden hiçbir kimse ölmez, ne kadar ölümcül darbe alırsa alsın, ölümüne hükmetmediyse bir sebep halk eder, kurtarır. İşte bu gibi durumlarda verdiği sadaka, yaptığı dua, sıla-i rahim gibi iyilikleri devreye girer, izafi olarak ömrünün uzamasına vesile olurlar. İzafi dedim, çünkü hakiki ömür uzamaz. Faraza eceli kaza 150 sene olarak takdir edilmişse 150 sene olarak kalır, bu asla uzatılmaz. 150 sene yaşama yetisine sahip bir kişi karşılaştığı bir etken dolayısıyla doğduğu gün de ölebilir, 5-10 sene sonra da.İşte bu karşılaşılan tehlikeleri atlatarak eceli müsemmanın tarihinin daha geç tarihlere ertelenmesine izafi olarak ömrün uzaması diyoruz.
Bu konuda yazılan kitapların çoğuna ters düşüyorsam da benim ayet ve hadislerden çıkarttığım netice budur. Doğrusunu en iyi Rabbimiz bilir.
Selami Genel
******************
Ecel konusunda mezheplerin görüşünü de Şamil İslam Ansiklopedisinden aşağıya aktarıyorum, daha rahat mukayese edilebilsin diye.
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
ECEL
Belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu; vakit ve son.
Birşey için belirlenmiş zaman dilimine ecel denir. İnsanın veya herhangi bir canlının eceli, kendisine tâyin edilen ömürdür. “Ecelin gelmesi” ise, tâyin edilmiş bulunan ömrün son bulması, yani ölümdür.
Allah indinde her canlı için tâyin edilmiş bir ecel vardır. Eceli geldiğinde dünya hayatı son bulur. “Eğer Allah, insanları, yaptıkları her haksızlıkta cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Ecelleri (süreleri) geldiği zaman da bir an dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler” (en-Nahl, 16/61).
“Eceli geldiği zaman bir kimsenin ölümünü Allah geciktirmez” (el-Münafıkun, 63/11).
Ecel, kazâ ve kaderle ilgili bir meseledir. Nasıl diğer olayları Allah, geçmiş ve geleceği kuşatan ilmiyle belirlemişse, eceli de ilmiyle takdir etmiştir.
“Öldürülen kişi de eceliyle mi ölmüştür? Öldürülmüş olmasaydı daha bir müddet yaşayacak mıydı, yaşamayacak mıydı?” gibi sorular ister istemez akla gelmektedir. Nitekim bu hususta kimi âlimler farklı kanaat ileri sürmüşlerdir. Mutezîle’den bir kısım âlimlere göre öldürülen kişi eceliyle ölmemiştir. Öldürülmemiş olsaydı, daha bir müddet yaşayacaktı. Ehl-i Sünnet ile diğer Mutezilelere göre ise, eceliyle ölmüştür. Aksini ileri süren Mutezilîler, kullârın fiillerinin yaratılmasıyla ilgili görüşlerinden dolâyı bu görüşe vârmışlardır. Çünkü onlara göre fiilin faili, bizzat kulun kendisidir. O halde öldürme işi, öldüren katilin kendi işidir.
Ehl-i Sünnet’in tamamına göre öldürülen kişi de eceliyle ölmüştür. Ancak katil bu fiilinden dolayı ceza görür. Eceliyle ölmediğini söylemek yanlıştır. Allah o kişinin öldürüleceğini önceden bilmektedir ve ecelini de ona göre tâyin etmiştir. Allah onda ölümü yaratmasından dolayı ölmüştür. Öldürülerek ölen kimse için, “Öldürülmeseydi yaşayacaktı” gibi sözler söylemek doğru değildir. Hattâ “öldürülmemiş olsaydı, ne olurdu?” gibi bir varsayım üzerinde birtakım görüşler ileri sürmek dahi yanlıştır. Çünkü bütün bunlar Allah’ın takdiriyle olmaktadır ve aksi sözkonusu olamaz (İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî, Kitâbu ‘l-İrşâd ilâ Kavâti’i ‘l-Edilleti fî Usûli’l-İ’tikad, Mısır 1950, 363).
“Bir canlıya ömür verilmesi de, ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır” (el-Fâtır, 35/11) âyetinde “Ömrünün kısaltılması ” ifadesiyle ilgili olarak İmâmu’l-Haremeyn el-Cüveynî (öl. 478/1085) şöyle demektedir: Bu âyetle iki durum kastedilmiştir ki, onlardan biri: Bir kimsenin benzerlerine nazaran ömrünün eksiltilmesidir. Yoksa, Allah’ın ilminde mevcut olan ömrünün eksiltilmesi anlamında değildir. Bu nasıl mümkün olsun ki, Allah, ilminde onun ecelini takdir etmiştir. İkinci durum ise: Eksiltme ve arttırmanın, melekler indindeki sahifelerde gerçekleşmesidir. Onların sahifelerinde birşey mutlak olarak yazılıdır ama, Allah’ın ilminde kayıt altına alınmıştır. Vukubulacak olan da, bu kayıt altına alınan şekildir. Âlimler, “Allah, dilediğini siler, dilediğini bırakır. (Bütün) kitapların anası, O’nun yanındadır” (er-Ra’d, 13/39) âyetini de buna hamletmişlerdir (el-Cüveynî, a.g.e., 363).
O halde Allah indindeki ilim, yani kader, katiyyen değişmez. Levh-i Mahfûz’da ne yazılmışsa mutlaka olur. Ancak meleklerin yanında da olayların yazılı bulunduğu sayfalar vardır ve bu sayfalarda yazılanlar, değişikliğe maruz kalabilir.
Bu gibi konular gayb âlemini ilgilendirdiği için tabiatıyla onların mâhiyetlerini bilemeyiz. Meleklerin yanında bulunan sayfaların değişmesinin elbette bir hikmeti vardır. Belki de bunun hikmeti, meleklerin gayba tam olarak vâkıf olmalarını engellemektir. Allah neyi diler ve murad ederse mutlaka onda bir hikmet vardır.
M. Sait ŞİMŞEK
————————-
merhamet
17 Ekim 2011, 02:49:04 ÖS
Full Member
Mesaj Sayısı: 195
Kader, sebeble müsebbebe bir taalluku var. Yani, şu müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. Öyle ise denilmesin ki: “Madem filan adamın ölmesi, filan vakitte mukadderdir. Cüz’-i ihtiyarıyla tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti?”
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevab: Çünki kader, onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farzetsen, o vakit kaderin adem-i taallukunu farzediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Ya Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mu’tezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mu’tezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”
Sözler ( 467 )
26. sözden aldığım bu kısa yere göre, Kader, cüz-i irade ile sonuca aynı anda bakıyor. Yani, Allah bir kimsenin ecelini tayin ederken, sebebe de bakıyor. Yani, Allah o adamın cüzi iradesiyle tüfeği ateşleyeceğini biliyor ve o adamın da ecelini tayin ediyor.
————————-
Kaya
07 Haziran 2012, 06:20:56 ÖS
Hero Member
Mesaj Sayısı: 518
Allah (c.c) senden razi olsun kardesim..
bir sorum var, simdi benim anladigim kadariyla insanlar eceli kaza’sindan önce ölüyorlar, peki eceli kaza ile ölenler yok mu ? her insana verilen eceli kaza ayni midir ?
Allah’in rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..
————————-
————————-
[A’raf Suresi] 3. Rabbinizden size indirilene Kur’an’a uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
susran
08 Haziran 2012, 02:13:43 ÖS
Jr. Member
Mesaj Sayısı: 73
Alıntı sahibi: Kaya üzerinde 07 Haziran 2012, 06:20:56 ÖS
Allah (c.c) senden razi olsun kardesim..
bir sorum var, simdi benim anladigim kadariyla insanlar eceli kaza’sindan önce ölüyorlar, peki eceli kaza ile ölenler yok mu ? her insana verilen eceli kaza ayni midir ?
Allah’in rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..
Allah (cc) hepimizden razı olsun kaya kardeş
Her insanın doğuştan gelen genetiği ayrı ayrı olduğuna göre her insanın da ecel-i kazası farklı olacaktır. Ecel-i kazasına kadar yaşayan var mı? Bunu ancak Rabbimiz bilir. Bilinen bir şey varsa insan yaşam şartlarına riayet ederek ömrünü uzatabilir şayet bir kazaya-belaya uğramaz ise. En doğrusunu Rabbimiz bilir.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
————————-
Kaya
08 Haziran 2012, 05:56:35 ÖS
Hero Member
Mesaj Sayısı: 518
Allah (c.c) razi olsun kardesim, bu konuyla beni gercekden aydinlattin.
————————-
————————-
[A’raf Suresi] 3. Rabbinizden size indirilene Kur’an’a uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Kaya
13 Haziran 2012, 12:31:54 ÖS
Hero Member
Mesaj Sayısı: 518
yukardaki ilk ayeti bugün tesadüfen okudum ve yazdiklariniz aklima geldi..
Kasas 27.
“Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye hıcec(hıcecin), fe in etmemte aşran fe min indik(indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk(aleyke), setecidunî in şâallâhu mines sâlihîn(sâlihîne).”
(Yaşlı adam): “Gerçekten ben, işte bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum, bana ücretle SEKIZ yıl çalışmana karşılık. Eğer ON yılı tamamlarsan o da senden (bir lütuftur). Ve ben, seni mecbur etmek istemem. İnşaallah beni salihlerden bulacaksın.”
28.
Kâle zâlike beynî ve beynek(beyneke), eyyemel eceleyni kadaytu fe lâ udvâne aleyy(aleyye), vallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Musa A.S): “Bu seninle benim aramdadır. İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem), artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve Allah, konuştuklarımıza vekildir.” dedi.
buradan anladigim, 27. ayette Musa A.S’ma iki zaman biciliyor 8 (semâniye) ve 10 yil (aşran).. 28. ayette Musa A.S bu iki zamani nezaman tamamlarsam artik bana bir düsmanlik olmasin diyor..
el eceleyni —> iki ecel, iki zaman, iki süre olarak cevrilmis.. 28. ayete uyan ecel degilde iki zaman veya iki süre olmasi lazim degilmi ? demek istedigim burada ecel konusu gecmiyor, iki bicilen zaman var artik hangisine uyarsam hakkimda düsmanlik olmasin deniliyor bence..
nekadar dogru bilmiyorum ama bana daha mantikli geldi..
Alıntı
merhamet :
26. sözden aldığım bu kısa yere göre, Kader, cüz-i irade ile sonuca aynı anda bakıyor. Yani, Allah bir kimsenin ecelini tayin ederken, sebebe de bakıyor. Yani, Allah o adamın cüzi iradesiyle tüfeği ateşleyeceğini biliyor ve o adamın da ecelini tayin ediyor.
bu kisimda tayin edilen ecel, önceden belirlenmis olan ecelmi yoksa eceli müsemma mi ?
————————-
« Son Düzenleme: 13 Haziran 2012, 12:39:30 ÖS Gönderen: Kaya »
————————-
[A’raf Suresi] 3. Rabbinizden size indirilene Kur’an’a uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
aorskaya
13 Haziran 2012, 04:22:28 ÖS
Grup: Yönetici
Hero Member
Mesaj Sayısı: 1695
Alıntı sahibi: merhamet üzerinde 17 Ekim 2011, 02:49:04 ÖS
Kader, sebeble müsebbebe bir taalluku var. Yani, şu müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. Öyle ise denilmesin ki: “Madem filan adamın ölmesi, filan vakitte mukadderdir. Cüz’-i ihtiyarıyla tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti?”
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevab: Çünki kader, onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farzetsen, o vakit kaderin adem-i taallukunu farzediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Ya Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mu’tezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mu’tezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”
Sözler ( 467 )
26. sözden aldığım bu kısa yere göre, Kader, cüz-i irade ile sonuca aynı anda bakıyor. Yani, Allah bir kimsenin ecelini tayin ederken, sebebe de bakıyor. Yani, Allah o adamın cüzi iradesiyle tüfeği ateşleyeceğini biliyor ve o adamın da ecelini tayin ediyor.
Selamun aleyküm,
Sevgili kardeşim,
İllada mezhep, fırka gibi bir görüşlemi konuyu açıklamak zorundasınız! Yani, ehli sünneti siz hak kabul ederken başkalarının mutezileyi kabul etmesini neden sapkınlık olarak kabul ediyorsunuz ki?
Bu arada; ehli sünnet nasıl hak oluyor? Bu hakkı ona kim veriyor? Bu hakkın delili nedir? Bunu da bir zahmet yazınız lütfen…
Şimdi konuya dönersek;
Kuranda herkese bir ömür, yani vade biçildiği ve bu vadenin sonunda ecelin, yani ölümün geldiği, vadenin bittiği anlatılır. Ayrıca; kim ne yaparsa yapsın kendine biçilen ömrü yaşayarak eceli geldiğinde öleceği anlatılmaktadır.
Eceli gelmeyen kimse, bize mucize gibi gelecek durumlarla dahi kurtulacaktır. Ama, eceli gelmişse, çok ta komik bir sebep gördüğümüz sebeple bile ölecektir.
Ecelin kısaltılması yada uzatılması hiç bir şekilde mümkün değildir. İşte bu nedenle, sebepler için fazla da yorum yapmaya gerek yoktur.
Şunu da unutmayalım. Zaman izafi bir kavramdır ve sadece yaratılanlar için vardır. Rabbimiz ise zamanı da yaratan olarak zamana bağımlı değildir. Onun için zaman söz konusu olmadığından, ecel ve sebepleri hep bellidir.
Bu bizce bilinmeyen olduğundan, sebeplere göre sonuçları yorumlamamız spekülasyondan öteye gitmez.
Bir kimsenin eceli, silahla, bombayla, zehirlenmeyle, yanmayla, donmayla, boğulmayla, vb. sebeplerle olabilir. Ölüm sebebinin bizzat kendisini rabbimiz tayin etmez. Sadece ecel zamanı, eceli gerçekleştirecek bilemediğimiz sayıda sebepler olabilir ve bu sebeplerden biri eceli yaratır.
Bunu basit olarak (haşa rabbimizin ecel tayini hakkında kesinlik ifade etmesin ama acizane olarak anladığımız kadarıyla) şöyle örnekleyelim.
Bir çok şeyi sağlayabilen büyüklükte bir kimsesiniz ve görev vermeniz halinde bunu ölümüne yapacak birilerine sahipsiniz. Siz, bunlardan birini, ölümün kaçınılmaz olduğu çok sayıda sebebin bulunduğu bir ortama gönderirseniz, bu kimse oraya gitmekle, oradaki sebeplerden biriyle karşılaşıp ölecektir.
İşte siz, ölümü sağladınız ama, öldüren sebebi belirlemediniz. O yerde o sebepler zaten vardı, ve o bu sebeplerden biri ile karşılaşarak öldü.
İşte o bölgeye göndermek ve o sebeplerden biri ile karşılaşıncaya kadar geçen süre vadenin son anları olmakta, sebeple karşılaşmak ecel olmaktadır.
Ancak bu noktada, bir tarafta eceliyle ölen birisi olurken, öbür tarafta ise bu ecele (görünüşte) sebep olan yine bir insan olabilir. Üstelik eceli sağlayan haksız yere de bu ecele sebep olmuş olabilir. Bu durumda, ötekinin eceli sağlamasında, rabbimizin bu kimseyi görevlendirdiği düşünülemez.
Ecele sebep olan kimse; haklı yada haksız sebeple bir kimsenin eceline neden olması durumuna göre ceza alacak yada haklı bulunacaktır. Bu kimsenin, eceli sağlaması konusunda rabbimizin bir müdahalesi yoktur. Bu kimse de yaptıkları kendi ürünü olduğundan, hesabını kendisi verecektir.
Aksi halde, ecele sebebi de rabbimiz belirlemiş olursa; bir kimsenin haksız yere birinin ecelini sağlaması halinde, bu kimsenin bir şeyle suçlanmaması gerekir. Halbuki, haksız yere can alana kısas uygulaması var ve bu durumda; bu sebebin rabbimizce sağlanmadığına delildir.
Sonuç olarak özetlersek; Rabbimiz bizlere bir ömür biçmiş ve bu ömrün bitimini ecel olarak belirlemiştir. Eceli belirleyen rabbimiz, ecelin sebebini müstakil olarak tayin etmemiştir. Bir sürü sebepten biri zamanı gelince eceli sağlar.
Başlığa uygun sonuç anlatımı ise; “maktulün öldürmesi olmasaydı başka bir sebeple yine ölecekti” olmalıdır.
Saygılarımla
aorskaya
Not: Konuyu açan kardeşimizn yazısına eleştirimide hazırlamaktayım…
————————-
« Son Düzenleme: 13 Haziran 2012, 05:56:54 ÖS Gönderen: aorskaya »
————————-
Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O (şeytan)onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)
huseyn
13 Haziran 2012, 09:24:03 ÖS
Hero Member
Mesaj Sayısı: 1443
وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَMÜLK ALLAH’INDIR!
Alıntı
Kader, sebeble müsebbebe bir taalluku var. Yani, şu müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. Öyle ise denilmesin ki: “Madem filan adamın ölmesi, filan vakitte mukadderdir. Cüz’-i ihtiyarıyla tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti?”
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevab: Çünki kader, onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farzetsen, o vakit kaderin adem-i taallukunu farzediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Ya Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mu’tezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mu’tezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”
Sözler ( 467 )
26. sözden aldığım bu kısa yere göre, Kader, cüz-i irade ile sonuca aynı anda bakıyor. Yani, Allah bir kimsenin ecelini tayin ederken, sebebe de bakıyor. Yani, Allah o adamın cüzi iradesiyle tüfeği ateşleyeceğini biliyor ve o adamın da ecelini tayin ediyor.
ALLAH RAZI OLSUN,MERHAMET KARDEŞİM.SİMDİ SUSRAN BEYİN ANLATTIĞI MÜFTÜ CEBRİYE KARŞISINDAKİDE MU’TEZİLE OLUYOR SANIRIM.
————————-
————————-
اشهد ان لا اله إلا الله واشهد ان محمد رسول الله
Şüphesiz sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolların en hayırlısı da Muhammed’in yoludur.
aorskaya
14 Haziran 2012, 10:24:45 ÖÖ
Grup: Yönetici
Hero Member
Mesaj Sayısı: 1695
Alıntı sahibi: susran üzerinde 08 Ekim 2011, 06:54:56 ÖS
ECELİ KAZA VE ECELİ MUSEMMA NEDİR, MAKTUL ÖLDÜRÜLMESEYDİ YAŞAYACA MİYDİ?
Ecel: belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu demektir.
Birşey için belirlenmiş zaman dilimine ecel denir. İnsanın veya herhangi bir canlının eceli, kendisine tâyin edilen ömürün sonu yani ömrünün bittiği tarihtir. Örneğin:
قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
[028.028] [DV] Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki 8ecelden (süreden) hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.
Bir de ecel ile ömrü karıştırmamak lazım. Ömür yaşanan süredir ecel de bu surenin son tarihidir. Aşağıdaki Ayeti kerimede beyan edildiği gibi eceli musemma ve eceli kaza olmak üzere iki ecel olduğu gibi yaşanan ve yaşanabilecek olan olmak üzere de iki ömür vardır. Eceli kaza yaşanabilecek olan en uzun ömrün son tarihidir, eceli müsemma da yaşanan ömrün son tarihidir. Bu kısa girişten sonra ilgili ayetlere geçebiliriz.
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ
6/2-O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin eden ( her insan için optimal şartlarda azami yaşama süresini yani miadını belirleyen)dir.. Bir de O’nun katında adı konmuş (zamanı kesin belirlenmiş) bir ecel vardır; sonra bir de şüphe edersiniz.
Burada geçen ecel-i kaza nedir, ecel-i müsemma nedir? Bu konuda müfessirler ne düşünmüştür veya nasıl yorumlamışlardır, bunun gerçeği nedir? Bunları sorgulamağa çalışacağız. Bu ayete müfessirlerin verdikleri meali aşağıya alıyorum:
[006.002] [DI=Diyanet İşleri] O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O’nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
[006.002] [DV=Diyanet Vakfı] Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. [Not: Burada ecel-i müsemma’ya kıyamet günü manası verilmiştir.]
[006.002] [E0= Elmalılı Orjinal] O, o hâlıktır ki sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir eceli bitirdi bir ecel de nezdinde müsemmâ, sonra da siz daha şübhe ediyorsunuz
[006.002] [E1=Elmalılı sadeleştirme 1] O, öyle bir yaratıcıdır ki, sizi çamurdan yarattı, sonra bir eceli bitirdi. Bir ecel de O’nun katında adlandırılmıştır. Sonra da siz daha şüphe mi ediyorsunuz?
[006.002] [E2=Elmalılı sadeleştirme2] Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen bir ecel de (kıyamet zamanı) O’nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Sevgili kardeşim,
Eceli; eceli kaza ve eceli müsemma diye ikiye ayırma ve ilkini vade ile ecel, ikincisini ise vadeden önce ecel olarak tanımlamışsanız. Sizin bu anlatımınızı Süleymaniye vakfıda benimsemişse de bana göre aşağıda açıklayacağım sebeplerle yanlıştır.
Yukarıda yazınızda, bahsettiğim tanımlar yapıldıktan sonra, bazı mealler vererek onlar üzerinden delillendirmeye çalışmışsınız. Bir kaç farklı meal alıntılayarak, diğerleride bunlardan birine dahil olduğundan alıntılamadım.
Şimdi; Rabbimizin, her yarattığına iki ecel değil, sadece tek ecel verdiğini ve onada eceli müsemma dendiğini, “eceli kaza”nın, zaten bu ecelin yaratılmasının olduğunu görelim.
ECEL-İ MÜSEMMA
[/b][/glow]
“Ecel” (süre) ve “müsemma” (adı konulmuş, belirlenmiş) sözcüklerinden meydana gelen bu sıfat tamlaması, “adı konmuş, belirlenmiş bir süre” anlamını ifade etmekte olup bu tamlama ile Kur’an’da “yıl, ay, gün, saat olarak, sürenin son anı” kastedilmektedir.
Bu sıfat tamlamasının geçtiği ayetler şunlardır: Bakara/282, En’âm/2, 60, Hud/3, Ra’d/2, İbrahim/10, Nahl/61, Ta Ha/129, Hacc/3, 33, Ankebut/53, Rum/8, Lokman/29, Fatır/13, 45, Zümer/5, 42, Mümin/67, Şûra/14, Ahkaf/3, Nuh/4.
Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, insanlar ve diğer canlılar için var olan ecel, toplumlar dahil bütün yaratılanlar için de söz konusudur. Yer, gök ve diğer tüm varlıkların da birer eceli vardır.
Burada, insanların eceli anlatılırsa, diğerleri içinde fikir vereceği düşünülerek, diğerlerine değinilmeyecektir.
1- En’âm 2: O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. Sonra “ecel”i gerçekleştirmiştir. Ve adı belirlenmiş ecel onun katındadır. Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz.
İnsanlar yaratıldıktan sonra, insanlar için süre yaratılıyor. Ama, bu süre sonsuz bir süre olmayıp, başka hiçbir yerde de bu süre ile ilgili bilgi verilmemek üzere, sonu belli olacak şekilde sadece kendi katında tutulan bir kaynakta saklanmaktadır.
2- Ra’d 38: Her ecel için bir yazı/kitap vardır.
İşte; her belirli sürenin bilgisi, her şey için ayrı ayrı olmak üzere, Allah katındaki kitapta bulunmaktadır.
Bu ayetlerden anlıyoruz ki, rabbimiz; herkese bir ömür (vade/ecel) biçiyor ve bu ömrü sınırlayarak, ömrün son anına da “ecel-i müsemma” diyor.
Bu aşamada, her yaratılanın bir ecelininde yaratıldığını düşünürsek, bazı meallerdeki kıyamet günü kabulünü çok da abartmamak gerekir.
Burada, eceli müsemma ile dünyanın sonunun gelmesini, kıyamet gününü de anlayabiliriz, insanların vefat etmesini de anlayabiliriz. Çünkü; kıyamet gününden önce vefat edenlerin kıyamet günleri onların vefat günleri olmaktadır.
Yoksa, sizin iddia ettiğiniz gibi, vadesi dolmadan ölenlere müsemma ecel, vadesinde ölenlere kaza ecel demek kurana ters olur.
Hiç kimsenin kendine verilen ömrün kısaltılıp, uzatılmayacağı kuranın diğer ayetlerinden görülmektedir.
Zaten, kendilerine verilen ömrün, kısaltılması ve sonra hesaba çekilmesi Allah’ın sünnetine de uygun düşmez. Aksi, halde, ben kalan süremde iman edecektim diyen kimseler için haklılık payı çıkar.
Bu nedenle, herkes kendine belirlenen ömrü uzamadan, kısalmadan yaşar ve yaşadıklarındaki iyi ve kötü kazanımlarından hesaba çekilir.
Şimdi yine; sadece insanlara değil de, toplum ve yaratılan her şeye de sonu belli ecel verilmesi nedeniyle; insanların normal ecellerinden önce ecelleri ile ölmelerinin mümkün olmadığını aşağıdaki ayetler de göstermektedir.
1- Ankebut 53:
Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş / adı konmuş bir ecel olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.
2- A’râf 34:
Ve her ümmet (toplum) için bir ecel (süre) vardır. O nedenle ecelleri geldiğinde, ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.
3- Fatır 45:
Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında (yeryüzünde) hiçbir “dabbe”i (canlıyı) bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir.
ÖLÜM ŞEKLİ NE OLURSA OLSUN, İNSAN NE KADAR YAŞARSA YAŞASIN, HER İNSAN KENDİSİ İÇİN TAKDİR EDİLEN “ECEL”’DE ÖLMEKTEDİR:
1-En’âm 60:
Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra adı konmuş ecelin gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
2-Zümer 42:
Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Bu ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır ki, ölüm, Yüce Allah’ın herkes için farklı şekil ve zamanda belirlediği sürenin bitişinde gerçekleşmektedir.
Toplumda, ecelle ilgili yanlış bir anlayış vardır. Birinin ölüm haberi alındığında, kaza yada hastalık ile mi öldüğü yada eceliyle mi öldüğü sorulur.
Halbuki; sebep ne olursa olsun, eceliyle dahi değil, “ecelinde ölmüştür” denmesi gerekir. Çünkü bütün varlıklar ve insanlar “eceli ile” değil, “ecelinde”, yani kendisi için Rabbimizin belirlediği sürede, o sürenin sonunda ölmektedir.
YİNE HİÇ KİMSE, HANGİ TEDBİRİ ALIRSA ALSIN ECELİ GECİKTİREMEDİĞİ GİBİ, ÖLMEK İÇİN NE YAPARSA YAPSIN ECEL GELMEMİŞSE ÖLMEYECEKTİR.
1-Âl-i Imran 156:
Ey iman etmiş kişiler! İnkâr etmiş ve yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için “Yanımızda olsaydılar ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyen kişiler gibi olmayın. -Allah’ın bunu onların kalplerinde bir yara kılması için- Ve Allah hayat verir ve öldürür. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.
2-Ahzab 16:
De ki: “Eğer ölmekten veya öldürmekten kaçıyorsanız, kaçmak hiçbir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman sadece, çok azı kazandırılırsınız.”
3-Nisa 78:
Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir; son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile. Ve onlara bir iyilik erişirse “Bu, Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz oluyorlar?
SONUÇ:
Mümin 67:
Sizi topraktan, sonra spermden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra erginlik çağına erişmeniz, sonra da yaşlanmanız -ki bir kısmınız daha önce öldürülür- ve adı konmuş bir ecele ulaşmanız için, sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O’dur. Ve belki akledersiniz.
Ayete iyi dikkat edersek; yaşlanmanız deyiminden sonra adı konumuş ecelden, yani sadece müsemma ecelden bahsedildiğini, ikinci bir ecelin olmadığını görürüz.
Ayrıca yukarıda yaşlanarak ulaşılan eceli müsemmanın istisnası da belirtilmiştir.
Doğum esnasında, doğumdan kısa süre sonra, 3-5 yaşında, 40-50 yaşında 90-100 yaşında vb. şekilde ölümler takdir edilebilmektedir. Bu Ölümlerin takdir sebepleri konusunda rabbimizin bize verdiği bilgi yoktur. Bu nedenle, bu durumları açıklamak, hiçbir şekilde kesin nitelikte olmaz.
Ama, bu farklı takdirler herkes tarafından da görülüp bilindiğinden, kimseye yabancı bir durum değildir.
ŞİMDİ; VADESİNDE ECEL İLE VADESİNDEN ÖNCE ECEL KABULU NİÇİN ÇIKMIŞ OLABİLİR ONU ANLAMAYA ÇALIŞALIM.
Bu görüşün oluşmasına dayanak olan ayet Enam 2. ayetidir.
En’âm 2:
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ
Huvellezî halakakum (1) min tînin summe kazâ ecelâ(ecelen)(2) , ve ecelun musemmen ındehu (3) summe entum temterûn(temterûne).(4)
O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. (1) Sonra eceli gerçekleştirmiştir (takdir etmiştir). (2)Ve adı belirlenmiş ecel O’nun katındadır.(3) Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz. (4)
Bu ayet ne yazık ki hemen bütün meallerde; “… Sonra eceli takdir etti. Bir de (sonra) onun katında adı konmuş bir ecel vardır. …” şeklinde ve iki ecelin var olduğu anlamını verecek tarzda çevrilmiştir.
Ayeti bu çeviriye uygun olarak anlayanlar da mecburen bu iki eceli açıklamak durumunda kalmışlar ve değişik görüşler ileri sürmüşlerdir:
Ancak; aynı ayeti bir de burda birlikte ele alım.
Dikkat edilirse, ayet dört cümleden oluşmakta ve her cümlede ayrı bir husus vurgulanmaktadır:
1. İnsanlar topraktan yaratılmıştır.
2. Sonra ecel gerçekleştirilmiştir (kaza).
3. Adı belirlenmiş olan ecel O’nun katındadır. (Ecelin bilgisi başka yerde verilmemiştir)
4. Sonra İnsanlar hâlâ kuşkulanıp durmaktadırlar.
Konumuzu ilgilendiren kısımlar, 2. ve 3. cümlelerdeki vurgulardır.
2. cümlede vurgulanan “ecelin taktiri” konusu “قضى kazâ” sözcüğü ile ifade edilmiştir.
Zaten “قضى kazâ” sözcüğünün gerçek anlamı, “ister sözle, ister eylemle olsun, bir meselede sona varmak, gerçekleştirmek” (el Müfredat; kdy mad., Lisanü’l Arab; c.7, s. 405, kdy mad.) demektir.
A- Dikkat edilirse ayette, bir tane kaza sözcüğü, yani bir tane takdir edilen vardır. Başka takdir edilme, yaratma, gerçekleştirme yoktur. İşte bu bir tane yaratılan ecelde süreli olup, onun bilgisi Allah katında olan eceli müsemmadır.
B- Yine iyi dikkat edilirse ayette, iki tane sonra deyimi vardır. Üç tane yoktur. Bu iki “sonra” deyimin ilki ecelin (müsemma ecel) yaratılmasında, ikincisi ise insanların hala şüphelenip durmlarının anlatılmasında kullanılmıştır.
Yani; insanlar yaratılışı anlatılıp, ilk sonra deyimi ile bir ecel, ikinci sonra deyimi ile başka ecel anlatımı yoktur.
İnşallah anlaşılır olmuştur.
saygılarımla
aorskaya
NOT: ŞAHISLAR VE RİVAYETLERİN KABULLERİ ÜZERİNDEN KONUŞMAYI, ONLARI DELİL OLARAK KULLANMAYI DOĞRU BULMADIĞIMDAN, MÜFTÜ İLE OLAN DİYALOĞA DEĞİNMEDİM.
————————-
« Son Düzenleme: 14 Haziran 2012, 10:40:14 ÖÖ Gönderen: aorskaya »
————————-
Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O (şeytan)onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)
aorskaya
14 Haziran 2012, 10:50:01 ÖÖ
Grup: Yönetici
Hero Member
Mesaj Sayısı: 1695
Alıntı sahibi: huseyn üzerinde 13 Haziran 2012, 09:24:03 ÖS
ALLAH RAZI OLSUN,MERHAMET KARDEŞİM.SİMDİ SUSRAN BEYİN ANLATTIĞI MÜFTÜ CEBRİYE KARŞISINDAKİDE MU’TEZİLE OLUYOR SANIRIM.
Selamın alyeküm,
Sen kendi mezheplerini neye dayanarak hak görüp başkalarını sapıklıkla itham ederek küçümseyebiliyorsunki?
İslamda mezhepçilik, fırkalara ayrılmaktır, bölünmektir. Önce bunu düşün, akıl etmeye çalış artık. Peygamberimiz yada halifeler zamanında mezhepmi vardı. İmamlar mezhep yaratmıştı, yoksa imamlara rağmen sonrakiler onların görüşlerini mezhebemi çevirdi bunu iyi öğren.
İnsanlar üzerinden, rivayetler üzerinden konuşmayı ve din yaşamayı ne kadar seversen sev, onun atalar dini ve yanlış din olduğunu, islamın kuran dini olduğunu artık araştır, bul, öğren…
selam
aorskaya
————————-
————————-
Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O (şeytan)onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)
aorskaya
14 Haziran 2012, 10:52:57 ÖÖ
Grup: Yönetici
Hero Member
Mesaj Sayısı: 1695
Alıntı sahibi: Kaya üzerinde 07 Haziran 2012, 06:20:56 ÖS
Allah (c.c) senden razi olsun kardesim..
bir sorum var, simdi benim anladigim kadariyla insanlar eceli kaza’sindan önce ölüyorlar, peki eceli kaza ile ölenler yok mu ? her insana verilen eceli kaza ayni midir ?
Allah’in rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..
Allah’ın selamı üzerine olsun kardeşim.
Sadece insanlara değil, her yaratılana da sadece bir ecel yaratılmıştır ve bunun süresi ile bilgi bizlere herhangi bir yerde verilmeyip, Allah katında bir kitapdadır.
Yani sadece eceli müsemma dediğimiz, sınırları olan tek ecel vardır. Birden fazla ecel yoktur. Bize göre erken ölenlerinde, bir hayli yaşlandıktan sonra normal ölenlerinde aynı şekilde fakat birbirinden ayrı takdir edilen müsemma ecelleri vardır, ve herkes ecelinde vefat eder.
saygılarımla
aorskaya
————————-
————————-
Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O (şeytan)onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)
susran
14 Haziran 2012, 04:29:15 ÖS
Jr. Member
Mesaj Sayısı: 73
Allah’ın selamı üzerinize olsun
Sayın aorskaya
Konuyu özet olarak verirsek.
Kainatta her şeyi , canlı cansız her varlığın dayanabileceği bir süresi vardır, buna K.Kerimde ecel-i kaza denir. Yani varlığını sürdürebileceği sürenin yani ömrün son tarihi demektir.
Bu yaratıklar (canlı veya cansız) bulunduğu ortamın şartlarına bağlı olarak ne zaman varlığını yitireceğini önceden bildiği için Rabbimiz onu da kitapta yazmıştır. Bu da o varlığın ecel-i müsemmasıdır. Ecel-i müsemmasını hiçbir varlık bir saniye bile geçemez. Çünkü Rabbımız, koyduğu kanunlar (kader) muvacehesinde kimin ne zaman varlığını yitireceğini önceden bilir ve bildiği için yazmıştır, O’nun bilgisi şaşmadığı için hiçbir şeyin ecel-i müsemması da değişmez.
Enam suresindeki 2. ayet bunu açıkça ifade etmektedir:
O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel de O’nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
Bu fikirler tamamıyla bana aittir, yanılabilirim de. Daha doğrusunu bulursam tabii ki kabul ederim. Ama bu konuda şimdiye kadar okuduğum hiçbir kitap ve hiçbir yazı beni tatmin etmedi. Ayetlere ve bu konudaki yazdığım hadise (ki bu rivayet bana uydurma olabilecek gibi gelmedi) bundan daha uygun bir izah tarzı bulamadım. Ben yine de bu fikrimde sabit kademim. Taki bundan daha mantıklı ve ibareye uygun bir izah tarzı ile karşılaşana kadar.
Yalnız müftüyle geçen diyalogun konusu önemliydi. Onun cevabını verseydiniz konu daha iyi vuzuha kavuşmuş olurdu. Burada polemik konusu olacak bir şey yoktu. Kimsenin ismi de belirtilmiş değildi.
-Soru: Öldürülen kimse o anda öldürülmeseydi yine de ölecek miydi?
Ölecek idiyse niçin katil günahkar oluyor? O konuyu bir daha okur, değerli düşüncelerinizi yazarsanız memnun olurum.
Sevgi ve saygılarımla. Allah’a emanet olun sayın değerli kardeşim.
————————-
aorskaya
14 Haziran 2012, 07:40:19 ÖS
Grup: Yönetici
Hero Member
Mesaj Sayısı: 1695
Alıntı sahibi: susran üzerinde 14 Haziran 2012, 04:29:15 ÖS
Allah’ın selamı üzerinize olsun
Sayın aorskaya
Konuyu özet olarak verirsek.
Kainatta her şeyi , canlı cansız her varlığın dayanabileceği bir süresi vardır, buna K.Kerimde ecel-i kaza denir. Yani varlığını sürdürebileceği sürenin yani ömrün son tarihi demektir.
Bu yaratıklar (canlı veya cansız) bulunduğu ortamın şartlarına bağlı olarak ne zaman varlığını yitireceğini önceden bildiği için Rabbimiz onu da kitapta yazmıştır. Bu da o varlığın ecel-i müsemmasıdır. Ecel-i müsemmasını hiçbir varlık bir saniye bile geçemez. Çünkü Rabbımız, koyduğu kanunlar (kader) muvacehesinde kimin ne zaman varlığını yitireceğini önceden bilir ve bildiği için yazmıştır, O’nun bilgisi şaşmadığı için hiçbir şeyin ecel-i müsemması da değişmez.
Enam suresindeki 2. ayet bunu açıkça ifade etmektedir:
O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel de O’nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
Bu fikirler tamamıyla bana aittir, yanılabilirim de. Daha doğrusunu bulursam tabii ki kabul ederim. Ama bu konuda şimdiye kadar okuduğum hiçbir kitap ve hiçbir yazı beni tatmin etmedi. Ayetlere ve bu konudaki yazdığım hadise (ki bu rivayet bana uydurma olabilecek gibi gelmedi) bundan daha uygun bir izah tarzı bulamadım. Ben yine de bu fikrimde sabit kademim. Taki bundan daha mantıklı ve ibareye uygun bir izah tarzı ile karşılaşana kadar.
Allah’ın selamı hepimizin üzerine olsun.
Sevgili kardeşim,
Benim bu konuda iki yazım vardı. Birisi merhamet kardeşimizin yazısına cevaben ve diğeri de sizin yazınıza cevaben verilmekle birlikte ikisi bir arada değerlendirildiğinde;
1- her yaratılanın sadece 1 eceli olduğu ve eceli de sınırlı olduğu için buna müsemma ecel dendiğini, bu sürenin bilgisinin hiç bir yerde olmayıp sadece Allah katında bir kitapta yazılı olduğu,
2- Enam suresi 2. ayetin orijinaline bakıldığında; önce insanın yaratıldığını ve sonra denilerek ona ecelin verildiğini, bu ecele süre tayin edilerek müsemma ecel dendiğini (dikkat ederseniz insanlar yaratıldıktan sonra ecel yaratılıyor ve sonra denilerek başka ecel yaratılmıyor.) dendiğini görürüz. İşte bu tanımları takiben yine “sonra” deyimi ile; insanların bunu kabul edemediklerine değinilirek, “bir de/sonra insanlar şüphe ederler” denir.
Meallerde, sonra ecel yaratıldı denilip, tekrar sonra eceli müsemma yazıldığı için, iki ecel yaratılmış anlamı çıkarsa da orijinal mealde, ecelin yaratılması anlatımında tek bir tane sonra kullanılır-ki oda; insanların yaratılması cümlesinin ardından gelir. Bu cümleyi takiben sonra denilmeden, eceli müsemmanın Allah katında olduğu belirtilerek, ecele gönderme yapıp, süre bilgisinin bize verilmediği, Allah katında olduğunun söylendiği
görülür.
Sizin bütün iddialarınız, ikinci yazımda bir çok ayetin yanısıra bizzat enam 2. ayeti maddeler halinde numaralanarak delillerle cevaplanmış ve hatalı olduğu gösterilmiştir.
Siz, ikinci yazıyı; enam 2. ayetin numaralı açıklamasını tekrar okursanız, sizin görüşünüz aksine mantıklı bir görüşe rastlmadığınız görüşü değişecektir diye düşünüyorum.
SAYGILARIMLA
AORSKAYA
————————-
« Son Düzenleme: 15 Haziran 2012, 01:31:40 ÖÖ Gönderen: aorskaya »
————————-
Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O (şeytan)onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)
Kaya
14 Haziran 2012, 11:24:41 ÖS
Hero Member
Mesaj Sayısı: 518
Alıntı
-Soru: Öldürülen kimse o anda öldürülmeseydi yine de ölecek miydi?
Ölecek idiyse niçin katil günahkar oluyor? O konuyu bir daha okur, değerli düşüncelerinizi yazarsanız memnun olurum.
Sevgi ve saygılarımla. Allah’a emanet olun sayın değerli kardeşim.
eksoru:
peki bir kisi kendi canina kiyarsa, 15. kattan asaga atladi vs… ve öldü, bu kisi simdi kendi canina kiymakla cezalandirilacak mi ?
————————-
————————-
[A’raf Suresi] 3. Rabbinizden size indirilene Kur’an’a uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Hocam selamlar
Malesef alttan nebe’suresinin gelmesine ben sıradan bir olay olarak bakamayacağım…
Niçin ?niçini…:?
Eğer tesadüflere değilde ,tevafuklara inanan biriysen ,bu tavafuki bir olaydır,ve bu kaderde yazılı olan ,sebeplere dayanan,ve önce ayakların adanaya gitmesi …vs vsirelerin gerçekleşmesinden sonra bu olayın cereyan etesi gerekir
Bence bunu oturup herkes bi iyi düşünmeli
Niye adana?
Niye evrim teorisi videosuna nebe’suresi
Siz söylemeseniz ,ben buna dikkat etmeyecektim
Zaten paranoyağım ,iyice yedim kafayı bu uyarıyla,
Heleki birinci ayet beynimi deldi…
Nöronlarım yandı,nebe’suresinde yine tedrahedrona işaretler var,bu konu eceli müsemmayla uyuşuyor
Dikkat ederseniz,sure o videoda geldi,biz bu videoda eceli müsemmayla harmanladık,ve nuhu konuşmaya başladık,bu surede öyle bir ayet varki,gök artık açılıyor ve buda genişletilmeye delil sanki…!!
Veeeee sizden önce bizi uyarmış,biz söyleyince siz farkettiniz,sonrasında biz farkettik,bu nasıl bir durum böyle yaaaaaa….
Serhat hocam söyler söylemez saçımın bile her teli ayaklandı…
Bence bu rahmani uyarıyı hafife almayın
Şahsen ben almadım,çünki bende dinliyorum sizi ve acaba ne söylenmek istenildi doye hala düşünüyorum…
Hadi diyelim ordaki bir radyonun sinyaniyle karıştı,bu ihtimal milyonda kaç eder:)
10Üzeri kaçta kaç ihtimaldir?
Buda rahmanın ricallerinden biri allehelem ,umarım anlayanlar olur
Subliminaliniz mi diyip gülmüştüm,hoş olmuş diyerek,şuan zangırdıyorum..
….
Diğer yorumlarada….
Noah konusunda ,zülkarneyn konusunda,ozaman karadeliğe batmadan geçmişe mi kaçtılar?
Ozaman ölmeden önce ölüm,nefs teskiyesi,seyru suluk,bu kavramlar la sanki eceli musemma a’ıklanıyor
Acaba dünyadayken ölmeden ölebilenlere ,dünya genişletiliyor mu?
Zamanda ileri geri hareket edebiliyorlar mı böylelikle…?
İlk insan dişimi erilmi konusundada
Ayet kesin sonuç sunuyor bize ,çift cinsiyetli olması mümkün değildir
İki cinsiyet yaratılarak eşleşiyorlar
Serhat hocama burda katılıyorum
İlk insan bir dişidir
23.Kromozomla genetik miras geçmektedir
Ayrıca kadına vahiy geez diye de bir şey yoktur
Kadın sadece rahmani çizgide korunmaya alınmıştır,meryeme niye vahyetmiş Allah hamza hocama bi sorar mısınız hocam:)
Vahiy konusu erkekler için bir statü değildir
Vahi büyük bir boyunduruktur,bunu her ruh kaldıramaz,vahye tabi olmanın bile süreçleri,hazırlanma aşamaları vardır
Ruh belli aşamalardan geçmeden vahye tabi tutulmaz
Ben kadından peygamber gelemeyeceği konusuna katılmıyorum
Ki zaten vahyi alanıda bir ana doğurmaktadır,dolaylı yoldan vahye muhattab tutulmuştur
Bir evlat pirrrr olsa bile bir anayaaaa muhtac imiş
…..
Hamza hocamın sembolojideki kastı babhomet
Babhomet zaten çift cinsiyetli
Cift cinsiyetlilere biz şeytani demiyoruz ,da hünsa diyoruz,hünsaların yıkanma ve defin şekilleride farklıdır
Ve örnekleri çoktur,hünsa bir genetik miras hali hazırda mevcutttur
Ayrıca barak obamanın karısı michael obama bir hünsa dır,burdan bir yerlere varırmıyız bilemem
Lakin ilk insan kesinlikle hermafrodit değildir
…
Şu nuhun geriye kaçmasıda,bana einsteinin teorisini hatırlattı
Tüm evreni 1 Gb lık bir alana sığdırabiliyordu
Gerçektende atomların içindeki devasa boşluklar,acaba zamanın izafiliğine delilmidir?
Aslında tek bir anın içinde,atomlardaki boşluk yüzünden biz milyon yılları yaşamış gibi mi hissediyoruz?
Bu konu bana çok mantıklı geliyor
Düşünsenize aynı andasınız,siz 2016da bir tirexin tezek kokusunu içinize çekebiliyorsunuz
Yaaaa bu nasıl olağanüstü bir yaratımmmmm böyleeee,subhanallahhhhhhh
Bir resim alın elinize göl resmi bir kara olsun ,ve o resme dikkatli bakın iki tane evrennnnnn var olarakkkk göreceksiniz,bir evrenden diğerine görüntü yansımaktadır,yansıya olağanüstü derecede net ve daha renklidir
Bu muammayaaaa öylece bakınnnn ve araladi kesen çizgide durduğunuzu hayal edin
Sizce hangisi gerçek?
Ve o duruşta şunu duşünün
Sağamı solamı hangisi geçmiş hangisi gelecek?
Adım atsam hangisine düşerim
Gerçeğemi bir hayalemi?
Beni h
ayretw düşüren çok matrix resimler var
Ve arZda rahmani imzalar var
Gökteki yıldızlar,galaksiler dahi arzda resmedilmişler
Ben insanlığın tesadüfen burada bulunduğunu düşünmüyorum
Herşey gör diyor adeta
Gör beni idrak etttttttttttt
Merhaba çalar saat ekibi sayın değerli Ahmet ve Hamza beylere bir sorum olacak bu konuda beni aydınlatırsanız sevinirim.Kuranda geçen ulul elbab hakkında bizi bilgilendirirseniz çok sevinirim.Türkiyede ulul elbablardan hiç varmı bunu merak etmekteyim.Birde cevap verirseniz sevinirim.
Selamlar kuranın hükümleri dogrultusunda bir devlet kurulmuş olsa nasıl bir devlet modeli öngörülmektedir.Bu konu hakkındaki görüşlerinizide merak etmekteyim.