İlk intibaımıza göre önce Baykal olayı ile CHP dizayn edilmek istenmiş (Bunda da başarılı olunmuş) sonra da MHP’ye yönelik “seri kasetler” ile iş iyice ayyuka çıkmıştı. (Bunda da kısmen başarılı olunmuştur.) Bu daha ziyade “seçimlere yönelik” ve “MHP’yi baraj altına itme” planı olarak tanımlansa bile öyle anlaşılıyor ki artık olay çok daha uzun vadeli ve sadece seçim atmosferi ile sınırlı değildir. Artık tümüyle Türk siyasal sistemi ipotek altına alınmak istenmektedir. Olaya böyle bakmayanlar, kısa vadeli “parti çıkarları”na göre hareket edenler, hele de avami bir ahlakçılıkla “oh olsun”cu (!) bakışlar bu ülkeye büyük kötülük yapacaklardır.
Durum artık şu veya bu partiye ya da şu veya bu siyasetçiye yapılan bir “konjonktürel hareket” olmaktan çoktan çıkmış ve bir “yönetme metodu” haline almıştır. Mevcut konjonktürde olay “Bir partinin iç meselesi” olmaktan fersah fersah uzaklaşmıştır. O halde olay böyle gösterilemez. Sonuç ne olursa olsun ve “kimin işine yarar”sa yarasın bu kâmil zihinler için sevinilecek değil endişe duyulacak bir haldir. Bu yüzden reel olarak cılkı çıkmış seçim sürecinin sonunda “normalleşme” bekleyenler fena halde yanılacaklar. Artık bu ülkede -zaten pek “sağlıklı” yürümeyen- siyaset kurumu iflah olmaz bir noktaya gelmiştir. Kısaca her şeyin çivisi iyice çıkmış görünüyor. Kasetler Türk siyasetinin tepesinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallanmaktadır!
Nitekim kendilerini “Farklı Ülkücüler” olarak tanımlayan site ya da grubun son açıklamaları bu yönde işaretler taşımaktadır. MHP’liler hakkında yeni bir kaset yayınlamayacaklarını duyuran site, ancak asıl hedeflerinin 12 Haziran genel seçimlerinden sonra olacağını duyururken bundan sonraki “yol haritaları” hakkında da ipuçları vermiş bulunuyorlar. “Asıl ameliyat 12 Hazirandan sonra olacak. Tüm urlardan arınan bünye sağlığına kavuşacaktır.” denilerek bundan sonraki sürece dair ilk “sinyal” çakılmıştır. “Şimdilik” kaydıyla kaset yayınını durduran site 13 Haziran sabahından itibaren yeni kaset startları verebilir. Bu durum MHP ile sınırlı gibi görünse bile bundan sonra da Türk siyasetinin “rahat bırakılmayacağı”nın ifadesidir.
Peki bunlar ne anlama gelmektedir?
1) Seçimlerden sonra oluşacak siyasi konjonktür ve tabloya bakılacaktır. Bunun üzerinden yeni manipülasyon ve kamuoyu operasyonlarına zemin hazırlanmıştır.
2) Bu tabloda MHP’nin konumuna ve tutumuna bakılacaktır. MHP’nin bir odağın isteği dışında hareket etmesi sınırlandırılabilecektir.
3) MHP’nin “yeni anayasa” konusundaki tavrına ve ittifaklarına bakılacaktır. Burada “kaset müdahalesi” mekanizması tekrar işletilebilecektir.
4) MHP’nin üzerindeki şantaj yeni anayasa oylaması esnasında bir “baskı” ve tehdit unsuru olarak kullanılabilecektir. Anayasa oylamasında “pürüzler” çıkar ya da sayı “yetmezse” kasetler devreye sokulabilir.
5) Ortaya çıkacak aritmetik tabloya göre bir “manevra” argümanı olarak kullanılabilecektir. Siyaseti “siyaset-dışı” yol ve yöntemler belirler hale gelebilir.
6) Uzak bir senaryo dahilinde bakıldığında – eğer tablo “tek başına iktidar” getirmezse- mümkün bir CHP+MHP koalisyonu seçeneği karşısında baskı unsuru olabilecektir. Böylelikle Türk siyasetine doğrudan “ipotek” konulacaktır.
7) MHP ve yönetimi kasetler eliyle “dizayn” edilebilecektir. Bu parti kendi “özgür irade”siyle yeni siyasal sürece böylelikle katılamayabilir.
8 ) Bir gücün istemediği kişi ya da kişiler MHP yönetimine giremeyecektir. Böylelikle partilerde zaten pek işlemeyen “iç irade” ve “demokrasi” tümden rafa kalkabilir ve çok daha “kuşkulu” ellerin eline geçebilir.
9) Parlamentodaki diğer birçok yasa –başka partilerden milletvekilleri dahil- bu yolla baskı altına alınabilir ve milletvekillerinin –zaten genel başkanlar eliyle budanmış olan- iradesi yönlendirilebilir.
10) Toplamda ülkenin tüm siyasal rejimi “demokratik yol ve yöntemler” dışında tayin edilebilir hale gelir. Bu ise şeklen yürüse bile fiilen demokrasinin sonu, bir başka tür “darbe”dir.
Hele de CHP milletvekili Çetin Soysal’ın ortaya attığı ve bütün partilere yönelik “3000 kişilik kaset listesi var” iddiası doğru ise durum hepten “vahim” gözükmektedir. Eğer bu iddia geçerli ise Türk siyasal kadroları, bürokrasisi ve teknokratları çoktan teslim alınmış demektir. Başlı başına bir “milli güvenlik” meselesidir.
Dolayısıyla olay “üç beş kızgın, kırgın ve idealist ülkücü”nün hareketi gibi görünmemektedir. Arkasında ciddi bir istihbarat desteğinin, lojistik ve kadrosal çabanın bulunduğu “profesyonel” bir çerçeveye daha çok oturmaktadır. Bunda bazı eski ülkücülerin de rol almış olması ihtimali durumu değiştirmemektedir.
Demokrasi –kâğıt üzerinde de olsa- seçmen iradesine, normal demokratik kanallar dışında, müdahale edilmeyen, seçmen iradesinin demokratik kanallar dışında zorlanmadığı rejimin adıdır. Hal böyle olunca burada bariz ve çok tehlikeli bir “sapma” ve başka tür bir “vesayet” biçimi ortaya çıkmaktadır ki, yasalarla teminat altında olan “güvenceler” bir anda işe yaramaz hale gelmekte, çöpe atılmaktadır. Aynı zamanda siyasette “suç metotları”na cevaz vermektir.
Bunu engellemek başta siyasi irade olmak üzere, Türkiye’de gerçekten demokratik bir süreç arzulayan herkesin görevidir. Aksi takdirde Türk siyaseti bir başka açıdan ablukaya alınmış olacaktır…
Unutmayın; “bugün bana, yarın sana”nın kurumlaştığı rejimde hiçbir şey teminat altında değildir…
www.anahtar.tv
02.06.2011
Virüs Sisteme Girdi Bir Kere! (Kaset Vesayeti Sürecek!)

(Visited 33 times, 1 visits today)