Geçenlerde televizyon haberlerinde bir çarpıtma ile karşılaştım. Koreli bilim adamlarının yeni elde ettikleri son keşif olarak sunuluyordu. Foton parçacıklarının ışık hızını aşamamaları sebebiyle zamanda yolculuğun, sadece bir hayal, bir fantezi olarak bize hoş duygular yaşatmaktan öte bir gerçekliğinin olamayacağı anlatılıyor, bunun kesin olarak kanıtlandığı ileri sürülüyordu.
Bu haberi kim yapmışsa ve bunu dünya medyalarına kim servis etmişse, onlara sadece tek bir söz söyleyebilirim. Sizler kasıtlı kişilersiniz. Çünkü yeni bir buluş diyerek servis ettiğiniz bu bilgi, ışık ile deneylerin yapılmaya başlandığı 1800’lü yıllarda ilk defa elde edilen bilgilerden birisiydi. Foton denilen parçacıkların ışık hızını aşamadıkları o günden beri bilinen bir şeydir. Aslında ışık dediğimiz şey fotonlardan oluşur ve ışık hızında hareket eder. Fotonlar eğen en hızlı parçacıklar olarak kabul edilecek olurlarsa, zamanda yolculuk hayal olarak görülebilir. Ama ya Takyonlar? Sanıyorum bu haberi yapanların ve servis edenlerin, yaklaşık otuz yıldır keşfedilmiş bulunan Takyonlardan hiç haberi yok. Ya da kasıtlı olarak böyle bir şey yokmuş gibi davranıyorlar.
İlk bakışta önemsizmiş gibi görünen bu çarpıtma haber aslında çok önemli ve menfi bir etki oluşturuyor. Zamanda yolculuğu imkânsızmış gibi gösterme gayretleri aslında zihinlerimizde gerçeklerin aksine önemli bir kilitlenmeye sebep oluyor. Bu sebeple bizler sıradan insanlar olarak çok vahim, haksız bir rekabet ile karşı karşıyayız. Dünya insanlarının uyanık olmasını engelleme çabası olarak gördüğüm bu tür gayretler ile giderek daha sık karşılaşıyoruz.
Takyon denilen parçacıkların öyle bir yapısı var ki onları ancak ışık hızı seviyesine, yani en alt hızlarına ulaştıklarında tanımlayabiliyoruz. Normal seviyedeki bir Takyon ışık hızından belki de binlerce kat hızlı olabildiği için tespit edilemiyor. Bu nedenle “Hayalet” anlamına gelen bu isimle anılıyorlar.
Böyle bilimsel bir altyapı bulunuyorken 150 yıl önceki bilgilere referansla çarpıtma bir sonuçla, zamanda yolculuğun hayal olduğunu ileri sürmek hangi kasıtlı kaygıların eseri acaba? Habercilere de naçizane tavsiyem bilerek veya bilmeyerek düştükleri bu hatanın geri planını araştırmalarıdır.
Zamanda yolculuğu günümüzden tam 200 yıl önce gerçekleştirmiş olan dedemiz MÜŞTAK BABA’nın divanının 86’ıncı sahifesinde öyle inci taneleri var ki karşımıza çıkan bütün menfi gayretleri darmadağın ediyor. Eğer ışık hızı aşılamıyorsa bu bilgilere bizler nasıl sahip olabiliyoruz acaba.
Yaklaşık 100 yıl öncesinden Mustafa Kemal’in büyük bir Başkomutan olduğunu divanına yazabilmek, açıklanması gereken şaşırtıcı bir gerçek olarak Süleymaniye Kütüphanesinden bizlere gülümsüyor, çarpıtmacılara da el sallıyor.
ŞİİRİN ORİJİNALİ:
MİM isimi şerifin ola delil
Olasın MİM maksude nail
SAD namı münifin ola hemen
SAD maksude hak ede karin
TAY matlab evla TILSIM nihan
FAYI FAY ferah ola ferhan
EY semi namdar Ahmed
MİR hemnam beni evla MEC
MÜKERREMET mend Kerim ibni Kerim
ŞİİRİN ANLAMI:
M harfi isminin delilidir
M harfiyle amacına ulaşasın
S harfiyle tanınıp meşhur olasın
S harfi amacına belge olsun
T harfi amacına gizli işaret olsun
F harfiyle önce bolluk ferah
A harfi Ahmed ismiyle aynı
Büyük bir başkomutan
M.K. harfleriyle ikram ve izzet sahibi cömert oğlu cömert
Görüyorsunuz, bu satırlarda büyük bir insan, büyük bir başkomutan tarif ediliyor. Fakat sorun şu ki: satırlar tarif ettiği kişinin doğumundan tam 60 yıl önce, başkomutan oluşundan ise 100 yıl önce yazılmış. İnsanın inanası gelmiyor.
Rahatlıkla iddia edilebilir ki; bunları Mustafa Kemal’i gören, tanıyan birisi yazmış veya bizler hayal görüyoruz. Belki de ışığın fotonlardan oluştuğunu bilmediğimizi düşünen, “zamanda seyahat hayaldir” diyen çarpıtmacılara inanmamız daha doğru olur.
Peki bu satırları ne yapacağız? Zamanda gelecek kesitlerden herhangi bir bilgi eğer gelmeyecekse bu satırlar nereden gelmişler acaba? İçinde Mustafa Kemal satırları bulunan ve Cumhuriyetimizi kuran büyük önderimizden “Büyük Başkomutan” olarak söz eden Divan-ı Müştak’a göz atmanız çok yerinde olacaktır. Bu ACAYİP kitaba bakmadan zaman meselesi ile ilgili olarak sunulan kasıtlı bilgileri kesinlikle kabul etmeyin diyorum.
Neden, biliyor musunuz? Çünkü bu kitabın içindeki gelecekten gelen bilgiler sadece 86’ıncı sayfadaki bu mucize satırlardan ibaret değil. Adeta divanın tümü gelecekten bahsediyor. Divan-ı Müştak İsrail ile Türkiye’nin bütün önemli gerçekleşmiş tarihlerini tek tek vererek aynı satırlarda gerçekleşmek üzere sırasını bekleyen tarihleri ve o tarihlere ait olayları bir bir anlatıyor. Ne acayip, değil mi?
Kasıtlı kişilere bir uyarım var; bu kitabı eline alıp da içindeki bilgileri inkâr edenler aslında ellerinde bir kor parçası tutuyorlar. Ellerinde tuttukça onları yakacak olan bu ateş bizim gönlümüzü ısıtıyor.
Satırlarda açıklanan bu bilgiler, tarif ettiği kişi henüz hayatta değilken kayda geçirilmiş. Satırlar önce Mustafa isminin Osmanlıcası MSTFA harfleriyle veriyor, sonra ise Atatürk’ün imza atarken kullandığı M.K. harflerini şiirin akrostişi içinde bizlere, yani tam 200 yıl öteye ulaştırıyor.
Bütün bunlardan daha çarpıcı olan ise akrostişi takip eden satırlarda yapılan açıklamalardır. Müştak Baba henüz Osmanlı devleti yıkılmamışken yazdığı açıklama satırında bakın neler söylüyor!
“HABBEZA OL NAM MÜBDE-İ ESRAR GUYUB”
Yani: Bu isim güzel bir başlangıca aittir, o başlangıç ise geleceğe ait bir gizem taşır.
Bu açıklamaya artık ne söylenebilir ki?
Biliyorsunuz, bu satırlarda söylenen her şey gerçekleşti. Bu satırlar divana kaydedildikten tam 100 bir Başkomutan çıkarak olumsuza yönelmiş olan Osmanlının kaderini bıçak gibi kesmiş, ters yüz etmiştir. Büyük bir milletin önderi olmuştur.
Simdi size sormam gerekiyor: Hangisine inanalım? Çarpıtmacılara mı, yoksa bu ateşli satırlara mı?
Gelecekten bize bilgiler geliyor. Hem de öyle tek tük de değil, yığınlarla geliyor. Şaşırıp kalıyoruz. Yine soruyorum: Eğer gelecek diye hâli hazırda bir mekân mevcut değil ise ve zamanda yolculuk veya iletişim imkânı olmayacaksa, bütün bu bilgi yığınları nasıl olup da nereden gelip bizi buluyorlar?
Geleceğe ait bilgilerin Masonlardan başkasının eline geçtiği fark edildiğinde sıkça karşılaştığımız saptırma, karartma veya alay edilip küçük düşürme yoluyla insanlıktan gizlenmesi esasına dayanan eski yöntemlerin artık önceden olduğu gibi etkili olmayacağı anlaşılıyor.
Artık gerçekler konuşulacak. İnsanlar bilinçli olarak Kur’an-ı Kerim’de önerilen SULH yoluyla SALİH işlere yönelecekler. Gerçek barış arzu edilecek.
Aldatıcı bir sürecin içine girmek üzereyiz. Önümüzdeki yıllar esrarlı sigara misali önce bize keyif verecekler. Adım adım açıklanan kapıdan gireceğiz. Eğer sezemeyecek olursak daha sonraki göz yaşlarımızın bize hiçbir faydası olmayacak. Sanırım 2023’ten sonra geç kalmış olacağız.
Gerçek barış ise bütün aidiyetlerimizden sıyrılıp sadece Salih niyete sahip olarak olayları görebilirsek mümkün olabilir. Bizler ise aynen rakiplerimiz gibiyiz, taraflıyız. Çıkarımıza uygunsa insanlığa ters olsa bile birçok şeyi benimsiyoruz. Oysa zamanda yolculuğu bizden 200 yıl önce gerçekleştiren Müştak Baba gibi âlimlerimizi dinlersek, sanıyorum onların gördüğü gibi dünyayı biz de görebileceğiz.
bu şiirin atatürkle ne alaksı var anlamadım..şiir kuran temalı yazılmış…ama siz kalkmış bunu zorlama yorumlarla atatürke mal etmeye çelışıyorsunuz..
Müştak Baba Divanından öğreneceğimiz çok şey var ve bu divanın önemi yeni yeni kavranıyor. İlerde medyanın gerekli önemi göstermek zorunda kalacağını düşünüyorum. Allaha emanet olun Serhat Ahmet abi.
Musab arkadaş, Atatürkü sevmeye bilirsin, kişilik olarak hoşlanmayabilirsin fakat sırf sevmediğin için onun başkomutan olduğu gerçeğini yadsıyamazsın. Ayrıca zorlama yorum demişsin, eğer iyi düzeyde Arapça ve Osmanlıca bilgin varsa buyur açıklamalarıyla zorlamaları anlat.
Serhat Abi, Hep 2023 ü hüzünle yad ediyorsun.. kastettiğin nedir ? dikkatlimi olmalıyız.. yani bir olasılıkmı söz konusu ? yoksa ne yaparsak yapalım.. kaderi mutlak bumu ?
bencede bahsedilen kapı; şu anda AKP nin planladığı KANAL İSTANBUL. ABD nin karadenize girmesini sağlayacak bu kapı. Bize şimdilerde çok tatlı bi düş gibi geliyor.
cumhuriyetin 100. yılına yetiştirilmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. kimliği belirsiz milyon dolarlar akıtılacağı vadediliyor bu kanalın yapılması için.
Divan-ı Müştaktaki diğer çıkarımlarınız da bunun(Mustafa Kemal) gibiyse-yani zorlama- sizi izleyenler büyük hayal kırıkılığı yaşayacak demektir.
Ayrıca Maide suresi 23. ayetle ilgili(açıp okuyun) açıklamanızında gerçekle hiç bir ilgisi yoktur.
Musa Peygamberin, kavmini Mısır diyarından çıkardıktan sonraki döneme ait bir vakadan bahseder.
Ayetin orjinalinde, Müslüman kelimesi hiç geçmez .Allahın inam da bulunduğu iki adam diye bahseder.
Tevratta bu konu daha detaylı anlatılmıştır.
büyük bir komutan olabilir ancak büyük bir insan olduğunu hangi kriterlere göre belirlediniz. büyüklük ancak takva ile değilmi. ayrıca bulduğunuz isim ilerde gelecek mehdi a.s ismi olamazmı mesela. illa atatürke atfetmenizmi lazım.
SERHAT ABİ GERÇEKTEN ÇOK İYİ BİR ARAŞTIRMACI BAZILARININ ZORUNA GİTSEDE GERÇEK BU ATATÜRKÜN HER YAPTIĞI ŞEYİ DESTEKLEMEYEBİLİRSİNİZ AMA BİR ARAŞTIRIN İŞGAL KUVVETLERİNİN HAZIRLATTIĞI TÜRK BAYRAĞINI ORADAKİ KIZIL HACI GÖRÜPTE ATATÜRKE ŞÜKRAN SUNMAYAN BİRİNE ANCAK HAİN DERİM BEN SERHAT ABİ SEN BASKILARA KARŞI DUR VE DOĞRULARI SÖYLEMEYE DEVAM ET ALLAH RAZI OLSUN